24 Kasım 2022

SİMİTÇİ ÖLMÜŞ YAVRUM



  Yıl 1949-1950. Anadolu'nun bir orman köyünde iki yetim yavrusuyla hayat mücadelesi vermeye çalışan dul bir kadın. Osmanlı Devletinin son demlerinde doğmuş ve Osmanlı Kültürüyle yetişmiş bir Osmanlı Kadını. 

        Kocasını erken kaybetmiştir. Nur topu yavrularına doyamadan bu dünyaya veda eden babanın yokluğunun ızdırabı her dem artarak devam etmektedir. Yokluk, fakirlik, kimsesizlik Osmanlı Kadınının belini bükmektedir. Elde yok. Avuçta yok. İki Yetimin küçüğü henüz bir şeylerin farkında değildir.

    Hava soğuk. Kış kendini hissettirmektedir. Yetimler üşümektedir. Yetimlerle beraber annenin de ruhu üşümektedir. Üşüyen bedenler ısınabilir de ya üşüyen ruhlar nasıl ısınacak.? Onu kim ısıtabilirki ki.?

    Dışarıdan "pat-pat" diye sesler gelmektedir. Sanki hemen evin yanından, avludan gelmektedir. Pencerenin kenarından, dışarıdan görünmeyecek şekilde bakmaya çalışır yetimlerin annesi. O da ne.? Köylüler hep beraber olmuşlar, yetimlerin avlusuna binek hayvanlarıyla getirdikleri odunları bırakmaktadırlar. Duyulan sesler de odunların semerlerden yere düşerken çıkardıkları seslerdir. İşte şimdi üşüyen ruhların ısınma vaktidir. Köylülerin henüz nasırlanmayan ruhlarının üşüyen ruhlara yetişmesidir bu. Yetimlerin Annesinin üşüyen ruhu artık ısınmıştır. Isınan ruhla beraber evlatlarını kucaklarken içinden Rabbisine hamd ediyor, O'na nihayetsiz şükranlarını sunuyordu. Gözünden ırmaklar gibi akan yaşlar yetimlerinin yanaklarını yıkanmaktaydı. 

        Elde avuçta yok. Yokluk zamanı. Olanda var ama olmayan ne yapsın.? Yetimler Annesi yetimlerini düşünmektedir. Hz. Ömer (r.a) misali onları aç bırakmamak gayretindedir. Arpa-buğday ambarından çıkarıp zayıf ve cılız eşeğine sardığı bir avuç tahılla sabah güneşten evvel kasabanın yolunu tutar. Köylülerle beraber çıktığı bu küçük kervan dönüşü evinin az da olsa ihtiyaçlarını giderebilmek ve yetimlerini sevindirebilmek niyetindedir.

        Akşamdan annesinin kasabaya gideceğini öğrenen büyük yetim, her nereden duymuş ve öğrenmişse annesine "simit" ısmarlamıştır. Simit. Ne büyük hayal.! Ne büyük sipariş.! Köyde kalan yetimler zihinlerinden annesinin akşam dönüşü için karşılama merasimleri düşünürlerken, yetimlerin annesi de "götürdükleri mi nasıl paraya çevirebilirim. Elime geçecek üç-beş kuruş ile hangi ihtiyaçlarımı alabilirim" diye kendi dünyasında met-cezirler yaşamaktadır.

       Akşam olmuş, köyün mini kervanı yola revan olmuştur. Kendi aralarında o günkü kasaba pazarını konuşarak yol alan kafile köye girmek üzeredir. Güneşin batmasına, havanın kararmasına rağmen köy çocuklarıyla beraber yetimler de annelerini karşılamaya gelmişlerdir. Daha da ötesi, büyük yetim annesine ısmarladığı simidini karşılamaya gelmiştir.

        Artık kafile ile çocuklar buluşmuştur. Yetimler Annesi hasretle çocuklarının başlarını okşamaktadır. Annesinin geldiğine sevinen büyük yetim en çok ta simidinin geldiğine sevinmektedir. Evet dünya bir yana, simit bir yana onun için. Artık dayanamaz.

      -"Anneciğim. Simidimi getirdin mi.?

diye arzusuna kavuşmak aşkıyla sorar. Şimdi akan ırmakların akmaz olduğu, Çağlayanların susuz kaldığı, ötüşen kuşların lal olduğu andır.

       Yetimler Annesi mahzundur. Kanadı kırılmış kuş misalidir. Yere yığılıp kalmıştır. Kurumuş dudaklarından belirli belirsiz şöyle bir söz çıktığı duyulur.

       -"Simitçi Ölmüş Yavrum".........


( Yaşanmış bir vak'adır. Hayal ürünü

 değildir.)


Mehmet İNCİ

Uzay Çağı Öyküleri 

14/02/2015

Pendik 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder