22 Aralık 2023

TAKSİ ÇAĞIRDIM BABACIM. ONU BEKLİYORUM!..

 


Memleketten bu koca köye göçeli yirmi beş seneyi aşmıştı. Kimi inşaatlarda, kimi tekstilde, kimi de seyyar olarak çalışmıştı. Hayatın her türlü hallerine vakıf olarak emekliliğin tadını çıkarmaya çalışıyordu. Lise ve üniversite öğrencisi çocukları ve kıymetli eşi ile kasaba nüfusuna sahip apartmanın manzarası güzel bir dairesinde mutlu ve mesut olarak hayatlarını devam ettiriyorlardı.

Çocukluğunu ve gençliğinin ilk dönemlerini geçirdiği memleketi ile otuz yıla yakın yaşadığı, sosyal bir hapishane olan  bu koca şehirdeki hayatın zorluklarını zihninde tasavvur ediyor, hangisinin kolay, hangisinin zor olduğu konusunda cevapsız sorular arasında kalıyordu. Çocuklarının okuması, milletine ve vatanına faydalı ve üretken bir fert olması en büyük hayaliydi. Büyük evladı sene sonunda üniversiteyi bitirecek, diğer evladı ise üniversite sınavına girecekti. Birinin okul sonrası güzel bir işe yerleşmesi, diğerinin ise önü açık bir okul kazanması için her daim dua ediyordu. 

Bir hafta sonu tüm aile birleşmiş ve evin hanımefendisi sabah kahvaltısını hazırlamaya başlamıştı. Şehir dışından gelen üniversite son sınıf öğrencisi evladının en sevdiği kahvaltıyı hazırlamaya çalışırken, birkaç kahvaltı malzemesinin eksik olduğunu fark etti. Hayat mücadelesinde tüm zorluklarla mücadele etmiş, yorgun düşmüş evin babasının bakkala gitmesine gönlü razı gelmedi. Diğer evladını eksik olan kahvaltılık malzemelerin alınması için bakkala gönderdi. Üç sokak ilerideki mahalle bakkalına ihtiyaçları almak için giden evladın dönüş yapma vakti gelip geçmekteydi. Lakin henüz daire kapısı çalınmamıştı. Bu çocuk nerede kaldı diye anne baba kendi aralarında konuşurken, babanın gözü evin karşısında cadde üzerinde bekleyen birine takıldı. O da kim? Neden tam da bizim evin karşısında cadde üzerinde beklemektedir diye perdeyi araladı. Baktı ki bakkala gitmek için evden ayrılan çocuğu. Pencerenin kanadını açtı ve neden orada  beklediğini, ihtiyaçları almak için niye bakkala gitmediğini sordu. Evladı ise, bakkala gideceğini, ihtiyaçları alacağını söyleyerek pencerede olan babasına seslendi.

-Taksi çağırdım babacığım. Onu bekliyorum.


Mehmet İNCİ

22/12/2023

Pendik / İstanbul

Uzay Çağı Öyküleri

11 Kasım 2023

MİSAFİR ARAÇ GİREMEZ

   


      Anadolu Kültüründe bir gelenek ve görenek vardı daha düne kadar.

     Köylerde ulaşımın atlarla sağlandığı zamanlarda herhangi cemiyete davet edilen ahalinin binek hayvanları için özel ahırlar bulundurulur, atların bakımı ve tımarı yapılır, hayvanın yemi verilirdi. Bu işlemler için uzak yakın, akraba yabancı ayırt edilmezdi. Her gelen misafire eşit oranda yaklaşılır, hiç kimse mahrum bırakılmazdı. Köye yolu düşen biçare için odalar açılır, yolda kalmış çaresizin karnı doyurulur, üç gün boyunca ihtiyaçları karşılanırdı. 

     Şimdi ise büyük şehirlerde apartman bahçelerinin kapısında "Misafir Araç Giremez" yazmakta.

     Nereden nereye?


Mehmet İNCİ

Uzay Çağı Öyküleri

2019 Kasım Pendik. İst. 

5 Ekim 2023

✔️Amacımız & Niyetimiz & Hedefimiz

       >> Köyleri bıraktık. Kentlere yerleştik. Belki keyfi belki zaruri. Zaruri kısmı bizleri daha çok ilgilendiriyor.

         >> Yoksa hiç birimiz köylerimizi bırakıp bu açık cezaevi niteliğindeki büyükşehirlere gelmezdik. Çocuklarımız burada doğdu. Burada büyüyorlar ve büyüdükleri şehrin kültürünü özümsüyorlar. Tabiki yaşadıkları şehrin kültürü belleklerinde var olacak. Kentin kültürü ile hemhal olurken atalarının, annelerinin, babalarının yaşadığı coğrafyaların kültürlerinden kopmasınlar diyedir uğraşımız. Damarlarında dolaşan kanın beslendiği ata coğrafyasıyla , ata kültürüyle her dem irtibat halinde olmalarını sağlamaktır  niyetimiz.

       >>Ve bunu sanal alemde de olsa Gurbetten Sılaya Sıladan Gurbete Gönül Köprüsü kurma adına başlatıp devam ettirmektedir gayemiz. 


 Mehmet İNCİ 

Pendik. İstanbul

Nisan 2018

30 Eylül 2023

MASKE'NİN FAYDASI

    Covid 19 hastalığından mütevellit kısıtlamaların kaldırılmasının ardından kahvede buluşarak özlem gideren eski kafadarlar çaylarını yudumlarken içlerinden biri şöyle der:

   - Bana kalırsa maske kullanma mecburi ve devamlı olmalı.

   Diğeri:

   - Niçin mecburi ve devamlı olsun, der.

   Arkadaşı şöyle cevap verir.

   - Hiç olmazsa, fırçalama zahmetine katlanamadığımız dişlerimiz görünmez.


Mehmet İNCİ


Uzay Çağı Öyküleri

03.07.2021

Pendik. İstanbul

28 Eylül 2023

TELEFONU AÇTIN DA NE DİYE CEVAP VERMİYORSUN?

    SSK Emeklisi Osman Amca hızlı adımlarla, koşarcasına ilerliyordu. Mahalle Camisine Akşam Namazına yetişmekti niyeti. Müezzin ezanı bitirdi bitirmesine de mahallede kurulan pazardan dolayı kalabalıkta ilerlemekte ve yol almakta oldukça zorlanıyordu. Ninemizde iki adet ekmek almasını tembih etmişti. Bacak ağrılarına aldırmadan olanca gücüyle yürümeye devam ediyordu. Nihayetinde camiye ulaşmış ve cemaate yetişmişti. 

   Acelece tekbir alıp imam efendiye ve cemaate tabi oldu. Diz ve bacak ağrılarına rağmen cemaatle rüku ve secde etmekten kaçınmıyordu.  Namazın sonlarına doğru aceleden sessiz konuma almayı unuttuğu cep telefonu çalmaya başladı. Ne yapmalıydı şimdi? Az sonra namaz bitecekti. Lakin telefon susmak bilmiyordu. Utancından ve sinirinden soğuk terler dökmeye başladı. El yordamıyla cebindeki telefona müdahale etti. Telefonun sesi kesilmişti. Biraz olsun rahatladı. Kapattı mı, açtı mı bilmiyordu telefonu. Lakin az önce susmak bilmeyen telefonu susmuştu. İç huzura erişmişti az da olsa. O de ne. Cebindeki telefondan sanki hoparlörü açılmışçasına bir ses, caminin kubbelerinde yankılanıyordu.-

-Telefonu açtın da ne diye cevap vermiyorsun be adam.


26.07.2020

Mehmet İNCİ

Uzay Çağı Öyküleri.

Pendik. İstanbul 

18 Eylül 2023

TELEFONUNUZ ÇALMADIĞI İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM.

            Bir Perşembe akşamıydı. Semtin elektrikleri aniden kesilmişti. Uzun uğraşlara rağmen tamiratı yapılamamıştı. Yaşlı aile sakinleri “ne güzel oldu, böyle karanlığı da özlemişiz” dercesine uzaklara, çocukluk anılarına kadar giderken, yeni nesil “bu çağda da elektrik kesintisi mi olurmuş” diyerek sitem ve isyankarca tavırlar içerine girmekteydi. Bilgisayarların, cep telefonlarının ve tabletlerinin şarjları bitmişti. Bu hal ve durum içerisinde tüm semt sakinleri uykuya daldı. Nihayet sabah ezanına yakın bir zamanda şehre elektrikler verildi.

            Sabah uyandıklarında elektriklerin geldiğini gören semt halkı, alelacele cep telefonlarını şarj etme yarışına başlamışlardı. Güne geç başlayan bir çok kimseler de elektronik cihazlarını şarj etmekten mahrum kalmışlardı. Kahvaltılarını bitiren semt sakinleri Cuma Namazı için hazırlıklara başladılar. Hazırlıklarını bitirenler Mahalle Camisine doğru ağır adımlarla ilerleyerek namaz için mescitte yerlerini aldılar. Nihayetinde kalabalık bir cemaat eşliğinde Cuma Namazı kılındı. Cami görevlisi özellikle her zamankinden daha mutlu ve huzurluydu. Sevinci yüzüne yansımıştır. Gözleri bir ayrı parlamaktadır bu gün. Elektrik kesintisi nedeniyle şarjları olmayan telefonlar evlerde bırakılmıştı.  Dolayısıyla bir önceki haftalara göre namaz esnasında cep telefonlar  pek fazla çalmamıştı. Hatta hiç çalmadı da denilebilirdi.

            Derken namazın hemen akabinde Cami Cemaatine doğru dönmek ve birkaç cümle ile hitap etmek ister:

            -Muhterem cemaatim. Bugün sizlerden oldukça memnun kaldım. Her zamankinden ziyade mutlu ve huzurlu oldum. Sayenizde hep beraber huzurlu bir namaz kıldık.

            -Namaz esnasında cep telefonlarınız çalmadığı için sizlere ayrı ayrı teşekkür ederim.



        Mehmet İNCİ

        17/09/2023

        Pendik. İstanbul

        Uzay Çağı Öyküleri



8 Mayıs 2023

NİKAH HEDİYESİ (GRAM ALTIN - ÇEYREK ALTIN HİKAYESİ)

      


    Bağ-Kur’dan emekli eşi dünyasını değiştireli ne kadar olmuştu pek hatırlamıyordu. Cenaze merasimi sırasında ana kucağında olan son torunu ortaokula gidiyordu. Kıymetli eşinden kalma bahçe nizamlı evinde mutlu ve huzurlu bir hayatı vardı. Eşinden yadigar kalan bahçedeki güller ve meyve fidanları en yakın arkadaşları olmuştu. Komşu İl, İlçe ve mahallelerde oturan çocukları her daim arayıp, sorarlar ve bazen de torun torba yatılıya gelirlerdi. Yatılı kalmak çocuklarına da iyi geliyordu. Zira eskiyi anımsarlar, babalarının hatıratını yad ederlerdi.

Günlerden bir gün, eşinin uzak akrabası bir kadın mutlu ve mesut yaşadığı o küçük bahçeli evine ziyarete gelir ve Nikah Davetiyesi bırakır. Davetiyeyi alır ve hayırlı olsun diyerek uğurlar. Nikah günü gelir ve büyük torunundan yardım isteyerek beraberce nikah salonuna ulaşırlar. Lakin adrese vardıklarında  hiçbir tanıdık göremezler. 

-Evladım der, bu ne iş. 

-Hiç tanıdık kimse yok. 

Torunu bakar ki nikah tarihi bir gün öncesine  aittir. Yaşlı kadın  nikah tarihi hafta sonu olan Pazar günüdür diyerek çağırmıştır torununu. 

-Madem öyle bizde evlerine giderek hediyemizi teslim edelim, der torunu ve babaannesini düğün sahibinin evine götürür. Kapı çalınır ve bir gün önce düğün yapan davetiye sahibi akraba kadın kapıyı açar. 

-Kızım der, yaşlı babaanne. 

-Ben nikahı Pazar günü olur sandım. Yaşlılık işte. Lakin merasiminiz dün imiş. Rabbim hayırlı eylesin. Çam Sakızı Çoban Armağanı hediyemizi kabul buyurmanızı istirham ediyorum.

Düğün sahibi merdiven başında hediyeyi eline alır, bakar ki gram altındır.

-Biz senin torununa çeyrek altın takmıştık, der.

-İyi ama der, Bağ-Kur emekli eşi yaşlı kadın. 

-Elimde şu an bu var. Çeyrek almaya gücüm yetmedi.

       Düğün sahibi merdiven başında ayak üstü sözüne devam eder:

-İyi ya. Önümüzdeki ay maaşını aldıktan sonra bu gram altını da ilave ederek bir çeyrek alabilirsin.



Mehmet İNCİ

08/05/2023

Pendik. İstanbul

Uzay Çağı Öyküleri

25 Şubat 2023

HATIRLAR MISINIZ?

Kanatlarını her çırpışında kuşların,

Rüzgardan uğuldayışında çamların,

Salkım salkım üzümü olunca bağların,

Beni hatırlayabilir misiniz?


Fasulyeyi toplarken çubuğunda, 

Mısırları ayırırken somağında,

Çayların yudumlarken meşe gölgesinde

Beni hatırlayabilir misiniz?


Bahçe bozumu başladı denilebilir,

Yeşil soğanla domates yenilebilir,

Tavşan kanı çaylar demlenebilir,

Beni hatırlayabilir misiniz?


Yine sabah mı oldu? Ne iş yapalım?

Çimentomuz var, kumumuzda, harç karalım,

Boş durmaktansa nereye beton atalım?

Beni hatırlayabilir misiniz?


Hatırlamayı hak ettim mi sanki?

Duygularım bellidir, her an ki,

Özlemeye mecburum ne var ki,

Beni hatırlayabilir misiniz?


Mehmet İNCİ

Eylül 1995

Çorlu/Tekirdağ



SİZİNLEYİM

Kim demiş sizlerden ayrı kaldığımı,

Şafağın her söküşünde oradayım.

Engin mavi denizlere daldığımı, 

Gurubun her batışında oradayım.


Saklansa da gökyüzündeki güneş,

Ardına bıraktığı muhabbetindeyim.

Nur misali ağartırken geceyi ay,

Dünyaya bahşettiği ışığındayım.


Şu güz sonu rüzgar hafifçe eserken,

Yaprakları mırıl-mırıl yakartırken,

Bulutları şekilden şekile koyarken,

Memleketimin havasına aşığım.


Sevenimi nasıl unutabilirim,

Özündeyim, zikrindeyim, fikrindeyim,

Tüm muhabbetiyle severim kalbimin,

Yalvarışındayım, haykırışındayım.


Mehmet İNCİ

Eylül 1995

 Çorlu/Tekirdağ



YUFKACI KARDEŞİME (Kardeşime Sevgilerle)

     Yaklaşıyor yine bu akşam da saat, yirmi otuza,

     Geliyor okkası herkesten azami yüz otuza.

     Gözlüyoruz babaannemle birlikte şu kapının eşiğini,

     Sallamıştır durmadan  tam dört sene onun beşiğini.

     Günlerden Pazar da bir yandan, işleri seyrektir,

     Yapısı birazcık şişman, ama saçı seyrektir.

     Hele bir ayakkabısı var, sanki çocuk mezarı,

     Biraz da huyundan olsa gerek, çokça haşarı.

     Sabahleyin er çıkmıştı, garip bir halde evden,

     Güzel bir özelliği vardır; Dönmez sözünden.

     Bu akşam kederinden olsa gerek, unuttu sözünü,

     Allah üç sene ana sütüyle yoğurmuş onun özünü.

     Her akşamki gibi yirmi bir oldu saat,

     Var herhalde bu işte bir mazarat.

     Öyle olmasaydı gelirdi hemencecik evine,

     Dürülüveridir birden, kendi yorgan kefenine.

     Yufkacılıktır onun, bu zor olan mesleği,

     Şaşırmış olacak herhalde bu akşam feleği.

     Sabahtan akşama dek oklava ile savaşır,

     On altı oldu artık yaşı ,hamur bazusuyla güreşir.

     Yok mu ? hamuru hazırlamak sabahın er saatinde,

     Her şeyini, marifetini ortaya koyar, ne varsa elinde.

     Bir özrü var ki; Akşamları daim geç gelir,

     Geldiği billah, hemencecik yerlere serilir.

     Öyle yemeğini hep beraber ayakta yerler,

     Adı batsın Yufkacılığın, buna da "meslek" derler.


     Mehmet İNCİ

     Mart 1988  

     Karabük



                                                                                                               





YALNIZ DOST

 Bir kitap düşünün, tozlanmış kütüphanenin rafında,

Karıncalarla güveler gezinir onun etrafında.

Hele bir de örümcek ağını kurmuş kuytu yerine,

Asla rastlanmaz cihanda ne eşine ne de benzerine.


Açıp okumak isteriz, lakin ellerimiz varmıyor,

"Bana gelin, bana gelin" diye avaz avaz bağırıyor.

Haykırıyor taa derinden umursanmıyor bile,

Heceleniyor bazen de faydaları gelirlerse dile.


Ne yazık ki kulak veren çıkmıyor onun bu sesine,

Binecektir vakti gelince aniden insanlığın ensesine.

Anlatılamaz önemi tek haftasında koca bir yılın,

Olduğu halde raflar üstünde kitaplar yığın yığın.


O değil midir ki bizleri sevinçten ağlatan?

Geleceğin fecrinde vatan evladını kendine bağlayan.

Öğle ise niçin tozu bol raflarda duruyor?

Kaldı mı yokuşta insanlık, ansızın ona koşuyor.


Yetsin artık bu durum, "dur" diyelim sebepsiz bu gidişe,

Başlamalıyız kasırgalar kopmadan bu mühim sezişe.

Düşmeden bataklığa, sarılmalı sımsıkı dostlara,

Akmadan zalim fikirler, o güzelim altın taslara.


Binmeden ağır  yükler, şu dermansız bazulara,

Yapışmalıyız bizi bahtiyarlığa götürecek kitaplara.

Sızmadan küt-küt atan kalbimize karanlık geceler,

Boynu bükük, yüreği ezik daim bizi beklerler.


Mehmet İNCİ

Mart 1988 Karabük

(Kütüphane Haftası İkincilik Şiiri)

 

       





25 Ocak 2023

MESAİM BİTTİ. GÜNEŞ HALA BATMAMIŞ. NE TUHAF!

     


        Mesai bitiş saati yaklaşmıştı. Tüm firma personelleri çıkış kapısına yönelmiş kart okutma yöntemiyle bir bir çıkış yapıyorlardı.. Mahallenin yağız delikanlısı da kartını sisteme okutmuş ve çıkış yapmıştı. Deri kordonlu saatine şöyle bir göz gezdirdi. 17;06’ yı göstermekteydi. İkindi sonrası güneşinin ışınları gözlerini kamaştırmıştı sanki. Hava ne kadar da aydınlık diye düşündü içinden.

Askerden sonrası başlamıştı onun hayatla kavgası. Ne yapsa, neylese güzel bir iş bulamıştı. Bir kaç küçük firmalarda çalışmış, bir meslek öğrenmeye gayret etmişti. Az çok karnı doymaktaydı. Eline dolgun para geçmese de kerpiç evde yaşamaya çalışan ailesine yetmekteydi. Küçük prensesine her akşam iş çıkış mutlaka bir çikolata alır, küçük delikanlısını da unutmazdı. Ona da çubuk kraker alırdı. Eşi ise kerpiç evi huzur bahçesine çevirmiş, her gün gece yarısı, yatsıdan sonra işten gelen  evinin direğini pencerenin kıyısında huzur ve sabır içinde beklemekteydi. Mutlu, huzurlu bir ailesi vardı mahalle delikanlısının. Lakin çalıştığı firmanın mesai oldukça uzundu. Sabah normal saatinde başlayan yoğun tempolu çalışma, yatsıdan sonra ancak bitmekteydi. Üstelik hafta tatili de yoktu. Günler ayları, aylar yılları kovaladı ve askerlik sonrası başlayan hayat kavgasında  onuncu senesine ulaşmıştı mahalle delikanlısı. Eşi de kendisi de sağlığa ve huzura başkaldırmış bu çalışma ortamına  mecburen katlanmak zorundaydılar. Büyümekte olan evin yavruları için, onların geleceği için, en azından ayakta ve hayatta kalabilmek için sabır ve sebat gerekiyordu. On yıl boyunca hiçbir gün, akşam güneşinin batışına şahit olmamıştı. Hiçbir gün aydınlık bir ortamda mesai çıkış yapmamıştı. Her daim uykuda görüştüğü civcivlerinin uyuyan gözlerini öpüyor, siyah saçlarını okşuyordu.  “Ya Rab. Sen beni. Benim kalbimi. Yüreğimin acısını biliyorsun” diye dua ediyor, kendine  “şu yıllardır uyanık göremediğim çocuklarımın hatırına bir çıkar yol göster” diye defaatle dua ediyordu.

Onun bu haline yeni vakıf olan bir komşusu, uluslararası formatta iş yapan saygın bir firma sahibi ile görüşme yapmaktadır. Durumu şirket sahibine açar. Mahalle delikanlısının halini ona arz eder. Tüm sıkıntılara rağmen hiçbir gün işini aksatmadığı, izin dahi kullanmadığını, mahalleli tarafından pek tanınmasa da çocuklarının çok ahlaklı ve başaralı öğrenciler olduğunu anlatır. Firma sahibi, kendisine de böyle çalışkan, dürüst, ahlaklı ve başarılı bir gençin lazım olduğunu söyleyerek kartını bırakır. Ve nihayetinde kader ağlarını bu sefer iyiliğe, güzelliğe ve doğruluğa doğru örmeye başlar. Bizim mahalle delikanlısı dolgun bir maaş ve iyi bir ortamı olan, üstelik güneş batmadan mesaisinin bittiği firmaya işe başlar. Yıllardır güneşin batışından sonra mesaiyi bitiren gencimiz, henüz ikindi vakti güneş batmadan yeni işinden çıkmaktadır. Firmanın merdivenlerinden inerken ikindi güneşi sağ tarafından kendisini selamlamlar. Şaşkınlık içerisindedir. Dilinden şu cümleler dökülür:

-Mesaim bitti. Güneş hala batmamış. Ne tuhaf!..



Mehmet İNCİ

22/01/2023

Pendik. İstanbul

Uzay Çağı Öyküleri

17 Ocak 2023

İNAŞAMIYOM!..

 


  Düşe kalka yürümeyi yeni öğrenmişti Kerem. Badi badi yürümesi penguenleri andırıyordu sanki. Babasının parka götürdüğü zamanlarda adeta yerin tozunu attırıyordu. Konuşmayı daha henüz sökememişti. Anne, baba, açıktım gibi birkaç kelime öğrenmişti ve bu gibi kelimelerle kendini ifade etmeye çalışıyordu.

    Evdeki seyyar eşyalarla oyuncak gibi oynuyordu. “Atma”, dökme”, “yapma” gibi hep emir kipli kelimeler duymaktaydı ailesinden. Günlerden bir gün yine ailesi ile beraber çocuk parkına gitmişlerdi. Oyundan, koşmadan kan ter içinde kalmıştı adeta. Kendi aralarında konuşmaya dalmış olan anne babası bir baktılar ki Kerem, kendi cürmünün üstünde yüksek bir yere çıkmış. Hemen korku ve panik içinde Kerem’e doğru koşan babası, düşecek, zarar görecek, kolu bacağı kırılacak korkusuyla oradan çabuk aşağıya inmesi gerektiği anlamında:

-İn aşağıya çabuk Kerem, der.

Emir kipi ile aşağıya inmesi gerektiğini söylediği babasının aldığı cevap yine aynı tondadır:

-İnaşamıyom!..



16/01/2023

Mehmet İNCİ

Uzay Çağı Öyküleri

Pendik. İstanbul

12 Ocak 2023

KAHVE BİR FİNCAN İÇİLİR EVLADIM!..

 


Şehrin varlıklı muhitindeki mütevazi döşeme dükkanında mola vermiş, yardımcısı çırak Ali ile çay içmekteydi Nazım Usta. Adeta baba oğul gibi olmuşlardı. Sabahın ilk ışıklarıyla açtıkları küçücük atölyelerini, yine akşamın son ışıklarıyla kapatıyorlardı. Yıllar yılları kovalamakta, zaman hızla ilerlemekte, çırak Ali hızla boy atmakta ve Nazım Ustanın saçlarına aklar düşmekteydi.

-Ya oğlum Ali, derken  Nazım Usta, yılların acımasızlığını bir çırpıda anlatmak istiyordu sanki. Şehrin kenar mahallesinden ekmek teknesi dükkanına banliyö treniyle ulaşmaya çalıştığını, trenden inince istasyonun hemen yanı başındaki mahalle camisinin şadırvanında ayakkabılarının çamurlarını yıkadığı, asansörleri olmayan yüksek katlı binalardan kanepe ve koltukları omuzlarında nasıl indirdiklerini ve aynı şekilde tamir sonrası nasıl çıkardıklarını. 

İlkokul sonrası gelmişti koca şehre Nazım Usta. Üzerindeki elbiselerden ve kolundaki kurmalı saatinden başka bir varlığı yoktu. Beyoğlu’nun Kasımpaşa’ya bakan tarafında döşemeci ustası bir gayr-i Müslim vatandaşın dükkanında iş bulmuştu. İş başı yaptıktan birkaç gün sonra ustası, onun kalacak bir yeri olmadığını fark etmiş ve dükkanında kalmasına izin vermişti. Elleri döşeme zanaatına oldukça yatkındı. Gayr-i Müslim  ustasından da çok şeyler öğrenmişti.

Tüm bunları düşünürken demli çayından bir fırt daha çekti Nazım Usta. Muhitinin sayılı esnafları arasına katılmakla kalmamış, edebi ve fikri toplantılarda da söz söyleme salahiyetine ulaşmıştı. 

Edebi ve fikri toplantılardan tanıdığı bir müşterisi, ustayı oturma gruplarını tamir ettirmek ve fiyat sormak gayesiyle  evine davet etmişti. Çırağını da alarak verilen adrese saatinden önce ulaşmıştı. Şehrin en güzide, en nadide semtindeydi davet edildikleri ev. Gün görmüş, ilim, irfan sahibi olan ev sahibi, onları güler yüzle karşılamış ve geniş bir balkona almıştı. Karşı yakada sultan sarayları, yalılar ve tarihi camiler görülmekteydi. Bulundukları evin önündeki boğazda oluşan dalgalar sanki onlara hoş geldiniz şarkısı çalmaktaydı. İlim irfan sahibi evin beyefendisi, ustamıza önce bir güzel kahve içme telifi yapar. Gelen kahveler karşılıklı muhabbet içerisinde içilmektedir. Kahve, sohbeti koyulaştırmıştır. Kırk yıllık dostane sohbetler etmektedirler. Balkonun kenarında kahvesini bir çırpıda bitiren çırak Ali, elinde tepsiyle vakarlı bir şekilde fincanları toplamaya gelen evin hanımefendisine, teşekkür babında başka bir kahve daha içmeyeceğini söyledikten sonra, Nazım Usta Ali'nin kulağına yavaşca eğilerek şöyle der:

-Evladım. Zaten kahve bir fincan içilir.


12/01/2023

Mehmet İNCİ

Uzay Çağı Öyküleri

Pendik. İstanbul

11 Ocak 2023

İNSANLIĞIN HAYATI MANTAR OLMUŞ BE EVLADIM

   

   
   Yaşlı Hasan Amca, bürokratik işlemlerle alâkalı sorununu çözmek için kurumsal bir firmaya gitmişti. Uzun zamandır kendi iç dünyasını rahatsız eden bu bürokratik sorundan artık kurtulmak istiyordu. Zira tuşlu cep telefonuna konu ile alakalı gün aşırı mesaj gelmekteydi.

     Nihayet uzun süredir rahatsız olduğu durumdan kurtulmuştu. İç dünyasında mutlu ve huzurluydu artık. Tuşlu telefonuna gün aşırı gelen mesajlardan da kurtulmuştu. Öğle vakti bir hayli geçmişti. Yetkililere öğle namazını kılabileceği bir yerin olup olmadığını sordu. Olumlu cevap aldığı için de ayrıca sevinmişti. Namaz için abdest almak gayesiyle lavabolara doğru yöneldi. Firma personeli kırk kırkbeş yaşlarında bir çalışan da abdest almaktaydı. Lakin Hasan Amcanın tuhafına giden bir şeyler var gibiydi. Abdest almaya devam eden firma çalışanı her uzvunu yıkaması esnasında duvardaki kağıt havludan birkaç tane alıyor, tek tek yıkadığı uzuvlarını kurulamaya çalışıyordu. Sıra artık ayaklarına gelmiş ve abdeste devam ediyordu. Sağ ayağını yıkamış ve yine duvardaki kağıt havlulardan birkaç tane daha almış yıkadığı ayağını kurulamaya devam ediyordu. “Ne kadar da çok havlu israf ediyor” diye kendi iç dünyasında konuştu Hasan Amca. Ne yapmalı? Bir şeyler söylemeli mi?. Yoksa boş ver gitsin mi demeliydi ? Daha fazla dayanamadı Hasan Amca. Bu arada abdest alan firma çalışanı sol ayağını da yıkamış ve kurulamaya başlamıştı.

     -Evladım, dedi.

     -Bu kadar havlu kullanmaya gerek var mı? Her uzvunu birkaç havlu ile kuruladın. En son da ayaklarını. Abdest alırken uzuvları kurulamaya gerek var mı?

     Firma çalışanı, şayet ayaklarını kurulamaz, ıslak bırakır ise parmak aralarında mantar oluştuğunu ifade ettikten sonra Hasan Amca bu ifadeye karşılık, “sen bırak ayaklarının mantar olmasını” dercesine şöyle der:

     -Oğlum. Bırak ayaklarının mantar olmasını. İnsanlığın hayatı mantar olmuş be evladım.



     Mehmet İNCİ

     Uzay Çağı Öyküleri

     11/01/2023

     Pendik. İstanbul

10 Ocak 2023

BABA YA!. BU AT FİLMLERDEKİ GİBİ KOŞMUYOR.

  


     İlköğretim sekizinci sınıf öğrenci Kerem, seviye belirleme sınavları sonucu istediği liseyi kaydını yaptırdıktan sonra ailesi ile beraber yaz tatilinde memleketlerine, dedelerinin köyüne gitmişlerdi. 

     Babası büyükşehirde bir kamu kurumunda çalışmaktaydı. Çocuklarını her sene belirli aralıklarla memleketine götürmek, onlara dedelerinin köyünü tanımak istek ve arzusundaydı. Bu istek ve arzu ile yine memleketlerindeydiler. Büyükşehirlerin gürültüsü, yoğun trafiği yerine köy hayatı oldukça acayip gelmişti Kerem'e. 

     Günlerden bir gün büyükşehirde doğup büyüyen Kerem, dedesinin otlaması için çayıra bağladığı eşeği zincirinden çözmüş, yerdeki semeri eşeğin sırtına bağlamış, yularının bir ucunu da dizgin misali eşeğin ağzına takmış, köy meydanında koşturmaya çalışıyordu. Lakin bindiği eşek pek de hızlı koşmuyordu.

    "Deh. deeh. deeehh" diyerek daha da hızlı koşturmaya çalışmaktaydı. Tam bu sırada gözü babasına takıldı ve şöyle seslendi:

      -Baba ya. Bu at, filmlerdeki gibi hızlı koşmuyor.


 Mehmet İNCİ 

Uzay Çağı Öyküleri

 10/01/2023

 Pendik. İstanbul.