19 Aralık 2022

YAKLAŞAN BİR BAYRAM’IN HATIRLATTIKLARI

   


   Bir bayrama daha yaklaşmaktayız. Rabbim milletimiz ve memleketimiz hakkında hayırlara vesile kılsın.

   Hafızamda eski bayramlar canlandı. Karabük İli Bürnük Köyü Merkez Cami'inde kıldığımız Bayram Namazı ve bayramlaşma sonrası merhum Yakub ARMUTÇU yüksek bir yere çıkarak mahallelere göre bayramlaşma sırasını ilan ederdi. Şimdi bana tekrar Yakup ARMUTÇU ‘yu getirebilir misiniz?

    Bayram günleri ve sırası ilan edilirken Saka’nın İrfan, -“Bayram Kışla’da bu sene. Bayram Ecceler’de” diyerek Hasad Mevsimi nedeniyle bayramın yapılamayacağını ima ederdi. Şimdi bana bayram günleri ilan edilirken araya girip laf atan Saka’nın İrfan'ı bulabilir misiniz?

    Mahallelerle bayramlaşmak için gittiğimizde bayramcı almayan hane kalmasın diye hassas davranılırdı. Şimdi bana bayramlaşma esnasında boş kalmayan haneleri gösterebilir misiniz?

    Özellikle köyümüzün Kalafatlar Mahallesinde güreşler yapılırdı. Herkes harmanda güreşleri izlemek için yerlerini alırdı. Merhum Hüseyin KÖSE ile yine merhum Salih YAZICI abilerimizin güreşlerini izlerdik. Şimdi bana merhum güreşçi abilerimizi getirebilir misiniz?

    Öğle vakti Kayadibi Mahallesinde, ikindi vakti de Kalafatlar Mahallesinde bayramlaşma olurdu. Şimdi bana Kayadibi Mahallesine bayramlaşmak için çıkan komşularımızı gösterebilir misiniz?

    Bayram günleri sabah, öğle öncesi ve sonrası köyümüzden şehre dolmuş seferleri yapılırdı. Yolcuların çoğu ayakta giderlerdi. Şimdi bana köyden şehre, şehirden köye çalışan dolmuşları ve onların aziz yolcularını bulabilir misiniz?

    Deli Hasan lakabıyla tanınan merhum bakkal Mehmet ÖZEN Bayram Namazı sonrası Merkez Cami önünde şeker ve kolonya sergisi yaparak köylülerin ihtiyacını karşılardı. Şimdi bana bakkal Mehmet Efendiyi bulabilir misiniz?

    Cami önündeki şeker sergisinden aldığımız şekerlerin tadına bakarak yaya halde kendi mahallemize vardığımızda köylü çocukları, babalarını taa yolun başında karşılarlar, ellerini öptükleri büyüklerinden şeker ikramlarını alırlardı. Şimdi bana şeker toplamak için yolları arşınlayan çocukları bulabilir misiniz?

    Bulabilir iseniz ne mutlu size... 

 Tabi ki bulamayız. Her şey yaşanmışlıklarıyla hafızamızdaki derinliklerde saklı.

    Hepimize hayırlı bayramlar.



    Mehmet İNCİ

    Uzay Çağı Öyküleri

    30/07/2020

    Pendik. İstanbul







15 Aralık 2022

NE ŞANGIRDAMALI NE BİYİN. BEN HİÇ ŞANGIRDAMAN.

 


   Arazilerinde genellikle çam, meşe, ardıç, kuzey yakalarında ise yer yer gürgen ağaçlarının olduğu, yerleşim yerlerinin yamaçlarda oluşturulup, düz yazı ve ovaların tarıma, bostanlara bırakıldığı, ilkokullarında sabahlı-öğlenli eğitim yapıldığı, sabah akşam köyden şehre, şehirden köye dolmuşların sefer yaptığı, yaşlıların hürmet, çocukların şefkat gördüğü bir Anadolu köyü.

    Komşu iki ailenin evleri ile evlerinin içinde bulunduğu geniş avluya sahip bahçeleri de komşudur. Alt giriş katta tavukların kümesleri ve büyükbaş hayvanların ahırlarının bulunduğu, üst katında ise aile fertlerinin oturduğu kerpiç duvarlı evlerde pişen yemeklerin kokuları komşu evlere ışık hızından da daha hızlı ulaşmaktadır.

    Komşu evlerin yaşlı teyzeleri kendi evlerinin önlerinde bir takım köy işleri ile meşgul olmaktadır. Bir teyzemiz bahçesinde özgürce gezen tavuklarına yem vermek için, köyde herkesin seslendiği ortak bir dil ile seslenmektedir.

    -Gel bülü bülü. Gel bülü bülü. Bülü büüülüüüüüüüü..

    Bu seslenmeden rahatsız olan diğer komşu teyze kendi kendine şöyle seslenmektedir.

    -Ne şangırdamalı ne biyin. Ben hiç şangırdaman.



    Mehmet İNCİ

    Uzay Çağı Öyküleri

    24/05/2021

    Karabük.



14 Aralık 2022

EKMEK EVİ NE DEMEK BABA?

 


   Yaz Tatilinde ailesiyle beraber dedesinin yaşadığı köylerine gitmişti Kerem. “Orada bir köy var uzakta. O köy bizim köyümüzdür. Gitmesek de , görmesek de o köy bizim köyümüzdür” sözünü düstur edinen Keremin babası, büyükşehirlerde doğup büyüyen çocuklarının, kedi doğup büyüdüğü toprakları tanımları ve hafızalarına yazmaları için her yaz mevsiminde köyüne gidiyordu.

    Yine böyle bir yaz mevsiminde ailesiyle beraber köylerindeydi Kerem. Doğup büyüdüğü büyükşehir ile babasının köyünü kendi hafızasında mukayese etmeye çalışıyordu. Köy ne kadar sessizdi. Trafik gürültüsü, insan kalabalığı ve sanayi gürültüsü yoktu. Uzaklardan bir yerlerden köylülerin kendi aralarında avaz avaz konuşmaları, horoz sesleri, rüzgarın uğultusu, aşağıdaki derenin çağlayışı vardı sadece. Keşke hep burada kalsam diye geçirdi içinden.

    Dedesi evin avlusunda tamirat işiyle uğraşmaktaydı. Kerem’in bilmediği, ne olduğu hakkında zihninde gel-gitler yaşadığı bir tamirat. Uzun sopa gibi bir ağaç, tarağa benzer bir düzeneğin ortasında birleşiyor. Nereden bilsin ki bunun tırmık olduğunu ve tarım işlerinde kullanıldığını?

    Dedesine o an için bir bıçak lazım olur.

    -Hadi koçum, der dedesi. Koş. Ekmek evinden bir bıçak kap gel.

    -Ekmek evi mi? der Kerem.

    -Evet koçum. Ekmek evi. Eve çık. Babaannenden iste. Sana bıçağı versin. Kap gel.

    Kerem, zihninde ekmek evi, ekmek evi diye diye biraz ötede bahçede çalışan babasının yanına gider. Babasına, dedesinin bıçak istediğini, ekmek evinden getirmesini istediğini anlatarak şöyle sorar:

    -Ekmek Evi ne demek baba?



    Mehmet İNCİ

    Uzay Çağı Öyküleri

    19/07/2020

    Pendik. İstanbul

12 Aralık 2022

İŞE GİDECEKLER YEMEĞE BUYURSUN

    


    Yıllar önce idi. Henüz gençlik çağımızın ilk merdivenlerine yeni adımlarımızı attığımız 1979-1980’ li yıllar. Köylerimizde düğün, mevlit veya cenaze merasimleri olduğunda büyüklerimizle beraber onlara eşlik ederek vasıta aramaksızın katılmaya çalışırdık. Ve böylece ilk defa köyümüzden çıkmış olur ve komşu köyleri tanıma fırsatı bulurduk.

    Yine böyle bir merasime akranlarımızla beraber iştirak etmiştik. Köy Camisinde merasim devam ederken caminin giriş kapısı önünden içeriye doğru gür sesli bir köylümüzün seslenişi hala zihnimde varlığını sürdürüyor.

    -‘’Karabük Demir Çelik Fabrikasına işe gidecekler arkadaşlarımız yemeğe buyursun’’



    01/02/2019

    Mehmet İNCİ

    Uzay Çağı Öyküleri

    Pendik. İstanbul



7 Aralık 2022

KADIBAŞI KABAĞI

    

 


        Gurbetteki çocuklarına kışlık erzak gönderen babaanne telefonu açan torunuyla konuşmaktadır:

    - ‘Oğlum. Annene söyle. Kabakları soğuk yerlere, betonlara falan bırakmasın. Yoksa hemen çürür. E mi güzel torunum’ diye tembih eder.

    Evin genç annesi birkaç gün önce köyden gelen kışlık kabakların yanına varır ve aklından kabak tatlısı yapma fikri geçer.

    Önce bir tane alır ve kolayca kesip parçalara ayırır. Kabak pişmeye hazırdır. Hazır başlamışken küçük olanlardan bir tane daha kesip hazırlamak ister. O da ne. İkinci olarak kesmeye çalıştığı kabak bir öncekine göre hem kesmesi zor, hem de doğraması. Halbuki bir önce kestiği hiç bu kadar zor olmamıştı. Neden kesmeye çalıştığı ikinci kabak elini, kolunu yormuştu? Eşine seslenir:

    -Efendi. Bu kabak neden bu kadar sert? Keserken elim kolum ağrıdı.

    -Hanım, der eşi.

    - O ikinci kesmeye çalıştığın kabak, Kadıbaşı Kabağı.

    Sahi. Kadıbaşı Kabağı sert mi olur?





    Mehmet İNCİ

    Uzay Çağı Öyküleri

    29/12/2020

    Pendik. İstanbul







6 Aralık 2022

EMANET İŞÇİLERİ SERVİSE BİNEMEZ


       Uzun kış gecelerinde yaşlı amcalarımız köy odasında sıcacık sobanın etrafında çaylarını yudumlarken anlatmışlardı.

    1970’li yıllar. Karabük Demir–Çelik Fabrikası kadrolu işçileri için, yine kadrolu şoför ile köyümüze sabah, öğle ve gece olmak üzere günde üçer kez servis göndermektedir. Tabi ki işçiler Demir -Çelik Fabrikasının kadrolu elemanlarıdır. Fabrika kadrolu personel ile beraber Taşeron Personel de çalıştırmaktadır. Köyümüz gençleri olan fabrikanın taşeron işçileri, köye ulaşım için fabrika servisinden yararlanmak isterler ve bu amaçla servise binerler. Servis içerisinde bir atışma başlar. Köyümüzün kadrolu işçileri taşeron işçilerin servise binme hakkı olmadığını söyleyerek araçtan indirmek isterler. O Zemheri kışında yolun yarısında, köye ulaşmaya çalışan servis aracı durur ve kapılar açılır. Kadrolu bir işçi kendi köyünden olan, bahçede, bağda komşu olan, aynı Köy Mescidinde beraberce namaz kıldıkları komşusunu taşeron işçi diye kolundan tuttuğu gibi servisten aşağıya indirir. Genç delikanlı çaresizdir. İner inmez kar suyundan ayakları ıslanır. Tam o esnada bir yiğit çıkar. Haksızlığa, adaletsizliğe, adam kayırmaya meydan okuyarak:

    -Yahu siz de hiç utanma, arlanma yok mudur? Der.

    Ve derhal servisten aşağıya ,iner, ön kapıdan indirilen köylüsü taşeron işçiyi tekrar arka kapıdan araca bindirir.

    Rabbim o yiğitten razı olsun.



    Mehmet İNCİ

    Uzay Çağı Öyküleri

    19/01/2021

    Pendik. İstanbul





Eee...DÖNÜŞ NE ZAMAN?

  


  1997 yılından beri İstanbul’da ikamet ediyorum. Geçen Şubat Tatilinde çoluk-çocuk Sıla Turu yapma arzu ve hevesiyle köyümüze gitmiştik. Hem anne-baba ve büyüklerimizi ziyaret, hem de yüreğimizdeki sıla hasretini biraz olsun soğutmak istiyorduk.

    Sıla hasreti. Balık suyun içindeyken, hayatını idame ettirdiği suyun kıymetini, değerini, pahasını bilemez derler. Doğup büyüdüğümüz, dağlarında, bayırlarında koşuşturduğumuz sıla topraklarını bir şekilde ardımızda bırakarak Gurbet Ellerde hayat mücadelesi vermek zorunda kaldığımızdan, yüreğimizdeki sıla hasreti hiç bitmek bilmiyordu.

    Çoluk-çocuk yolculuk halindeyken her bir birey kendi iç dünyasında sıla ile ilgili türlü türlü hülyalara dalıyorduk. İstanbul-Karabük arasındaki şehirler arası yolu henüz bitirmiş, köy ayrımı yoluna yeni girmiştik. İleride yolun sağında köyümüzün diğer mahallesinden bir tanıdık bekliyordu. Sanırım köye çıkmak için vasıta bekliyordu. Şubat ayının o soğuğunda yolda kalmasın diye o uzun yol yorgunluğuna rağmen köylümüzü aracımıza alarak kalan yola devam ediyorduk. Köyümüzden bir halktı kendisi. Biz onu tanıyor, o da bizi tanıyordu.

    Köye kalan o kısacık zaman zarfında kısa konuşmalar yapıyorduk. Ne var, ne yok gibi. Henüz daha köye ulaşmamıştık. Bizler misafir, yolcumuz ise ev sahibi konumundaydı. Derken şöyle bir soruya muhatap olduk.

    -Eeee. Dönüş ne zaman?

    (Hayırdır abim. Anlayamadım)



Mehmet İNCİ

Uzay Çağı Öyküleri

22/05/2022

Pendik. İstanbul

5 Aralık 2022

OH OH!.. HEP BİZİM TAVUKLAR MI ÖLECEK ?



   Karabük Demir-Çelik Fabrikasının köyümüz Bürnük’e kadar günde üçer defa personel servis taşımacılığı yaptığı, köy okulumuzda öğrenci sesleriyle kuş seslerinin beraberce şarkı söylediği, uzun kış gecelerinde yirmi hanelik mahallemizde Yatsı Namazında kırk kişinin beraberce cemaatle namaz kıldığı, namaz sonrasında mescide bitişik Köy Odası odun sobasının sıcacık ikliminde çay sohbetlerinin yapıldığı zamanlar.

    Halil Efendi mahallenin üst kısmındaki evinden çıkarak Öğle Namazını cemaatle kılmak için mahalle mescidine gider. Köy odasındaki sıcacık sobanın etrafında sohbet ederek ısınmaya çalışan köylülere selam verir ve uygun bir yere oturur. Henüz namaz vakti gelmemiştir. Köylüler kümes hayvanları olan tavuklarda bir hastalık peydah olduğunu, her gün birer tavuklarının öldüğünü anlatmaktadır. Halil Efendi de oturduğu sedirden söze girerek kendi tavuklarında da böyle bir hastalık olduğu, bir kümes dolusu tavuktan sadece birkaç tane kaldığını ifade ederken, onları sessiz sedasız dinleyen Deliya’nın Mehmet Amca sözü alır ve şöyle der:

    -Oh oh!..Biraz de sizin tavuklarınız ölsün. Hep bizim tavuklar mı ölecek?


Mehmet İNCİ

Uzay Çağı Öyküleri

04/02/2021

Pendik. İstanbul

26 Kasım 2022

ANILARIM...

 



     Bir zamanlar Karabük İli Bürnük Köyü İlkokulunda sabahçı ve öğlenci talebeler vardı. 100-120 öğrenci olduğundan mevcut iki sınıfa sığmazdık. Daha sonraları üçüncü bir sınıf ilave ettiler. Yine de sınıfın birisi öğlenci olurdu. Tam gün eğitim olduğunda ta Yazıcılar Mahallesine Öğle Yemeğine giderdik. Bazen de annelerimizin, bizlerin uzun yol yürümelerine gönlü razı gelmez,iki dilim ekmek arasına o zamanların meşhur mu meşhur!! sana yağını sürer, sabahtan çantamıza yerleştirirdi. O zamanlar okulumuzun temizliğini kendimiz yapardık. Bazen hocalar temizliğe bizleri tek bırakırdı. Bizlerde temizlik sonrası köye tek başına dönmeye korkardık. Babamın öğretmenlere söylemesi sonucu artık aynı mahallede oturan öğrenciler beraber temizliğe kalır ve dönüşü de güle - oynaya yapardık. 

    Şahin KOLCU isimli öğretmenin 1975-76 model Ford Minibüsünü okul bayırına doğru az iteklemedik. Muğlalı Mehmet Öğretmen'den file örmesini bile öğrendik. Meğer ki o zamanlar file modaymış. Köyde yaşayan biz köylü öğrenciler bile öğretmenimiz vasıtasıyla modayla hemhal olmuşuz. Samsunlu Hüseyin Öğretmen suratımıza bir tokat attığında beş parmağının izi -imzası- beş gün kendini ispatlardı. Sessiz ve sakin Giresun'lu Salim Öğretmenimiz vardı.


    Ne yazık ki okulumuza sadece seçimlerde gider ve seçimlerde görür olduk. 2007-2008 Yaz Tatili Sezonunda çocuklarımı özellikle eski okuluma götürdüm. Çocuklarım köy okulunu tanısınlar, bilsinler diye. Büyük oğlum "Baba bu mu senin okuduğun okulun? Ne kadar küçük ne kadar bakımsız ve her tarafı örümcek bağlamış." dedi. Kapıları pencereleri kırılmış. Kendi okuduğu okulla mukayese edip kafasında köy okulunun eski halini canlandırmaya çalışıyor. Bir zamanlar köyümüzün eğitim yuvası ne hale gelmiş. Tabi bunda o binanın bir suçu yok.


    O zamanlar köyümüze D-Ç Fabrikasının servisi üç vardiya çalışırdı. Köyümüz bölgesinin en canlı ve örnek köyüydü. Zamanla iş bulmada sıkıntı çeken genç nüfus, başının çaresine bakma gayesiyle soluğu büyük şehirlerde aldılar. Tabi ki genç nüfusun olmadığı yerde çocukta olmaz öğrenci de.


    Okula giderken Demirciler Mahallesinden Uzun Mehmet'in köpeğinden geçemezdik. O mübarekte tam yolun ortasında yatar, bizlere korku dolu dakikalar yaşatırdı. Öğretmen "niye geç kaldınız"? diye sorduğunda Duman isimli köpekten geçemediğimizi söylerdik. Kendimizden kaynaklanan gecikmeleri bile Duman'a bağlamış, onun yüzünden geç kaldığımızı belirtirdik.


    .....Ve şimdi hepsi birer yaşanmış mutlu anılar olarak yüreğimizde saklı. Yeri ve zamanı geldiğinde masalsı bir atmosfer halinde - köy okulu havasını yaşamayan - çocuklarımıza analtılacaktır.
Bir zamanlar Bürnük Köyü İlkokulu Öğrencileri olarak, "çevreci" Şahin KOLCU Öğretmenin emir ve direktifleriyle çevre arazilere çıkar, ellerimizde kazma kürek çam fidanları çıkarır, bir köşesine yön işareti belirterek yorgun argın yine okulumuza dönerdik. Bazen bizlere göre daha maharetli olan Elikler Mahallesindeki arkadaşlarımız kendileri çıkarıp getirirdi. Tabi bu hareketleriyle bizlere beceriklilerini ispatlamış olurlardı.


    Çıkardığımız küçücük çam fidanlarını okulumuzun çevresine çocuk maharetimizle dikmeye çalışırdık. Yerden 1m. yükseklikte ve seyyar olan okul çeşmesinden taşıma su ile de sulamaya çalışırdık. Yeni dikili çam fidanlarının başlarına nöbetçi bırakılır, körpe çam fidanlarının arasından oyun oynamak gayesiyle bile geçen olsa, isimleri kara tahtaya yazılır, öğretmen gelene kadar hiç kimse tarafından silinmek için kücük bir çaba bile gösterilemezdi. Tabi öğretmen gelir, kara tahtadaki isimleri itina ile okur ve gerisi... Evet gerisi malum.


    O zamanlar Çevre Köylerde de okullar faaldi. Kapaklı Köyü, Yukarı Kızılcaören ve Çavuşlar Köyünde eğitim ve öğretime devam edilmekteydi. Yaz mevsimi geldiğinde çevre köylerde meşhur olan mesire yerlerine geziye giderdik. Gezi günü gelmeden gideceğimiz gezinin hayalini kurardık. Bilmediğimiz o mesire yerleri rüyalarımıza girerdi. O zamanlar köy okulları şehirdeki okullardan önce tatile girerdi. Bu nedenle de gezimiz Mayıs ayından önce veya Mayıs ayının ilk günlerine rastgelirdi. Gezi günü gelmiş çatmıştı. Bir gün öncesinden annelerimiz bizim için ne hazırladılarsa onları babaannem usulu bohçalara sarmış ve yola koyulmuştuk. Tabi ki bohçalaramızda kekler, açmalar ve poçalar yoktu. Bohçamda annemin itina ile hazırladığı cevizli çörekler vardı. Sıcacık çörekler küçücük vücudumu ısıtırdı. Hep beraber tam olarak söylemesini beceremediğimiz Gençlik Marşını söyleyerek ve Kapaklı Köyü Ormanlarını inleterek Kapaklı'ya varmıştık. Oradan Kapaklı Köyündeki bir-kaç öğrenciyi de almış yola koyulmuştuk. İyide gezimizdeki o meçhul yer neresiydi. Tabi ki tüm bölge insanlar tarafından bilinen Ulupınar'dı. Yukarı Kızılcaören'deki öğrencileri olarak yine tekrar yola koyulur yorgun argın Ulupınar'a varırdık.


    Tüm öğrencilerde bir neşe, bir mutluluk. Annemizin sıcak sıcak bohçamıza sardığı cevizli çörekler soğumuş ilk anki tatlılığnı kaybetmişti. Olsun. Yinede bizlere o kadar tatlı gelirdi ki.
Akşam olmadan yola koyulmak zorundaydık. Öğretmenlerimiz yolumuzun uzaklığını göz önüne aldıklarından, daha gezinin ve özgürce oynamanın tadına varamadan tekrar yola çıkar Gençlik Marşı eşliğinde ormanları inlete inlete köyümüze dönerdik.


    Aradan o kadar yıl geçti. O çocukluk anılarımı yeniden yaşamak için annemi, babamı, çoluk çocuğumu ve köyden bir kaç kişiyi de alarak yıllar sonra sıcak bir Temmuz ayında yine Ulupınara gittik. Çocuklarıma o oradaki havayı teneffüs ettirmek istiyordum. Pikniğimiz ( geziler artık şehir dilinden bu kelimeyle anılır oldu ) tamamlanmak üzereydi. Hava aniden karardı. Babam "şiddetli bir yağmur geliyor" dedi. Hemen traktöre atladık. Daha asfalt yola çıkmadan o kadar şiddetli bir rahmet başladı ki kimsenin üzerinde kuru bir ipliği kalmadı... Allah-ü Teala sonsuz rahmet kapılarını ardına kadar açmış, cömertçe kullarını yağmur ihtiyacını karşılıyordu.


    Ne zaman köyüme Yaz Tatiline gitme fırsatı bulsam, yine Ulupınar'a gitmek istiyorum. Ulupınar benim için çok şey ifade ediyor..


Mehmet İNCİ

Uzay Çağı Öyküleri

2008

Pendik. İstanbul


KÖYÜMÜZ ÇEVRE SORUNU

   


      Karabük İli  Bürnük Köyümüzün Çevre Temizliği hakkında bir kaç söz söylemek ve de kaleme almak istiyorum. Sürç-ü lisan olursa affola.

     Çocukluğumuzun geçtiği 1974-1984 yıllarında, Çevre Temizliği - veya kirliliği- diye bir sorunun olduğunu veya büyüklerimiz tarafından böyle bir sorunun varlığının dile getirildiğini hatırlamıyorum. Mutfaktan kaynaklanan kavun-karpuz-soğan vb. gibi çöp artıklarını anne veya babalarımız ahırdaki hayvanlara ya da kümes hayvanlarına verirdi. Böylece çöplerimiz değer kazanmış olur, bizlere et-süt veya yumurta olarak geri dönerdi. Tabiatta erimesi zor şartlar altında mümkün olan plastik mamulleri de yakarak imha ederlerdi.

     2007 ve 2008 Yaz Tatili Sezonunda köyüme geldiğimde o eski günleri hatırlayarak şöyle bir aaahh...!!! geçirdim. Neden mi? Çünkü köylerimizin,  mahallelerimizin içi, dışı, kenarı ,komşu arazileri, bağ ve bahçe yolları çöplerle dolmuş. Hem de ne çöp. Erimesi toprağa karışması mümkün olmayan araba lastikleri, mazot ve gres yağı tenekeleri, tonlarca cam kırıkları, yıkılmış veya tadilat görmüş eski evlerden çıkan eşyalar. Bürnük Köyü sınırlarında olan bu çöpler gibi komşu köylerimiz olan Cemaller, Yukarı Kızılcaören, Hacılarobası, Çavuşlar, Ilbarıt ve Çerçen Köylerinin de arazileri çöplerle dolu. İşin en can alıcı ve ürkütücü yönü de söz konusu çöplerin yüzde altmışı veya yetmişi köyün içme suyunun sağlandığı arazilerin hemen yanıbaşında olması. İçme sularının sağlandığı, köylülerin içme su ihtiyaçlarının karşılandığı bu arazilerin korunması , onların temiz tutulması gerekmez mi? Orada yaşayan bizim insanlarımız. Anne-babalarımız. Dedelerimiz-ninelerimiz. Kardeşlerimiz.

Bu siteden halkıma sesleniyorum:" Ne olur. Biraz daha dikkatli olalım. Gelecek nesillerimize sahip çıkalım. Onların kul hakkına girmeyelim. Bu arazileri , bu toprakları temiz -tertemiz olarak teslim aldık. Yine sahibine tertemiz teslim ve iade etmek en büyük insanlık borcudur. Köyümüzün İhtiyar Heyeti, sevilen ve sayılan büyüklerimiz, hatırı sayılır insanlarımız biraz özverili ve bu işe gönül verirlerse tehlikenin önüne geçebiliriz. Gelecek nesillere temiz ve tertemiz bir köy, suları kevser suyu gibi tatlı pınarlar bırakabiliriz. 

Köyümüze sahip çıkmak, onu görünür ve görünmeyen kirlerden arındırmak ümidiyle.....


Mehmet İNCİ 

2008 Ekim

Pendik

Uzay Çağı Öyküleri 



HABER GELDİ SILADAN

   


 Haber geldi sıladan; "Çiçekler açmış, ağaçlar meyveye durmuş, tabiat rengarenk gelinliğini giymiş, dereler çağlamakta, bülbüller şakımakta, kuzular melemekte ve kelebekler uçuşmaktaymış"...

   ... Ve ben... 

    Şu koskocaman İstanbul'da yapayalnız ve de mahkumum... 


Mehmet İNCİ   

Mayıs. 2001

Aksaray. Fatih. İstanbul


BAŞLIKSIZ BİR YAZI

    Bu gün tüm mesai arkadaşlarım için hüzünlü, kederli ve acı bir gün. Sekiz yıldır beraber çalıştığımız, bir çok şeyleri beraberce paylaştığımız kıymetli iki arkadaşımızı elim bir trafik kazası sonrası kaybettik. Yüreğimiz buruk, kelimeler tükenmiş, beyincikler düşünemez olmuş durumda.

    Rahmetli arkadaşlarımız hakikaten insanlık açısından son derece iyi değerlere sahiplerdi. Nerede görseler mutlaka selam verirlerdi. İkisi de son derece mücadele adamıydı.

    Bir gün öncesi (21/07/2006) akşam saatlerinde trafikte seyir halindeyken yakalamış ecel onları. Yüce Mevlam geride kalanlarına sabır versin. Daha hayatlarının baharındaydılar. Tahminim o dur ki biri (30) otuz , diğeri (33) otuz üç yaşlarındaydı. Her ikisininde nur topları gibi ikişer kızları vardı. Hatta bir tanesinin küçük kızı henüz üç aylıkmış.

    Geride acılı yavrular, bebeler, anne babalar, eşler ve de mahzun arkadaşlar bıraktınız. Sizler gittiniz. Dünyanın yalan meşgalesinden kurtuldunuz. İnşaallah ahirette de sorgudan kurtulursunuz.

    .....Ve cenazeler bir resmi törenin ardından tabutlar içerisinde Afyon'a ve Sinop'a doğru yol alıyor. Ey Bekir kardeşim. Ey İbrahim kardeşim. Haklarınızı helal ediniz. Bizler helal ediyoruz.

    Elveda kahpe dünya. Elveda yalan dünya. Elveda bir gram menfaat için birbirlerinin derilerinin yüzüldüğü, sahte dünya. Dünyanın, gözümüzde bir saman çöpü kadar kıymeti yokmuş. Ama bizler bu kıymetsiz dünyaya öyle pahalar biçmişiz ki, insan kanına doymuyoruz. Kan emici vampirler, bir gün Hakk'ın huzurunda hesap vereceklerini unutmasınlar. Onlara hakkımızı helal etmiyoruz.

    Ama sizlere Ey Bekir ve İbrahim kardeşlerim. Hakkımız en son gramına kadar helal olsun.

    Güle güle aziz kardeşlerim.....

    Güle güle..........


Mehmet İNCİ 

22/07/2006

19:30 İstanbul

25 Kasım 2022

BİR ZAMANLAR BÜRNÜK KÖYÜNDE

 
             Bürnük Köyünde Bir Zamanlar......

.....1340 Rumi doğumlu babaannem Sare İNCİ' anlatırdı. " Şimdiki İl Merkezi olan Karabük henüz ondört hanelik bir köy iken, bölge insanları gibi köylülerimiz de bütün alış-verişlerini Safranboludan yaparlardıSafranbolu tüm o yörenin ticaret merkeziydi. Akşamdan hazırladıkları arpa ve buğdayları , sabah ezanları okunmadan merkeplere ve katırlara sarar, ellerinde aydınlatma aracı olarak çıra  erkenden Safranboluya varırlardı. Burada alış-verişlerini yapan köy halkımız , aldıkları ihtiyaç maddelerini yine yol arkadaşları olan hayvanlara sarıp tekrar aynı güzergahtan köyün yolunu tutar, yatsı namazı vakti köye ulaşırlardı"

.....Bürnük Köyümüzün Merkez Mahallesi olan Hocalar (Kemikler) Mahallesinin Cevizlik Mevkiinde Panayır kurulurdu. Tüm çevre köy halkı çoluk-çocuğuyla katılırdı. Panayırlar tam bir bayram havası içersinde geçerdi. Genelde yöresel kasaplar büyük ve küçükbaş hayvan keserler, köylü halkı da buradan kışlık et ve kıyma ihtiyaçlarını karşılarlardı. Bunun yanı sıra canlı hayvan satışları da olurdu. Kimi esnaflarımız giyim-kuşam getirir, bunları köylü halkımızın istifasına sunarlardı. Nadirde olsa az sayıda gelen oyuncakcılar köylü çocuklarının sevincine sevinç katardı. Bazen de Bürnük Köyü halkı komşu köylerin panayırlarına katılırdı.

...Tarlalar karasabanlarla sürülür, kağnılarla saplar(ekinler) harmanlara taşınır, yine öküzlerle çekilen düven ile saplar ezilir ve yaba adı verilen ahşap aletle tınar (sap ile tanelerinin ayırımı) savrulurdu.

.....Demir Çelik Karabük İşletmelerinin Servisi köyümüze günde üç (3) sefer yapardı. 08:00/16:00 servisleri çift yapılırdı. Son Durak olan Safranbolu'nun Çavuşlar Köyüne kadar 08:00/16:00 servisinde fabrika personeli ayakta giderdi. Öyleki Çavuşlar Köyü Köprübaşı Mahallesindeki işçi personeller, Yazıcılar Mahallesine kadar yayan gelirler ve buradan servise binerlerdi. (Köy ve mahalle sakinlerinden de olsa, fabrikanın kadrolu işçilerinin komşusu veya akrabası da olsa, tüm bunların dışında köyümüzün kendi öz halkından da olsa; fabrikanın kadrolu işçisi olmayıp, müteahhit işçisi veya taşerön firmalarının işçisi olduğu için genç delikanlılar karda-kışta, soğukta-yağmurda servislere alınmaz, şayet bir şekilde araca bindiyse eğer, yarı yollarda indirilirlerdi.)


....Bürnük Köyü İlkokulunda sabahlı - öğlenli eğitim görülürdü. Öğrenciler soğuğa ve kara kışa aldırmadan okula yayan giderler ve hatta o soğuk kış günlerinde Elikler Mahallesindeki öğrenciler eğitimlerini hiç aksatmazlardı. Bahar mevsimlerinde komşu köylerin okullarıyla anlaşıp "Ulupınara" pikniğe gidilirdi.


.....Araziler, tarlalar, bağlar, bahçeler ve yollar insan seliyle dolar taşardı. Tüm köy halkımız yaşlısıyla , genciyle, çoluğuyla ve çocuğuyla tarlalarında ve bahçelerinde toprakla uğraşarak geçimini sağlardı. Toprak köylünün en aziz dostuydu. Yollardan geçen köy halkı, toprakla güreşen insanlara "kolay gelsin"derdi. Ve böylece zor işlerden dolayı yorgun düşmüş halkımızın yorgunluğu biraz olsun giderilmiş olurdu.


....Uzun kış geceleri Köy Odalarında yaşlısı-genciyle çay sohbetleri yapılırdı. Ortada yanan kocaman odun sobasının etrafını saran köy halkı, soğuktan kızarmış ellerini ve yüzlerini oğuşturarak ısıtmaya çalışırdı. Bu sohbetlerde "körebe", "yüzük" gibi çeşitli oyunlar oynanır, hızını alamayan köy gençleri köy odasında futbol oynamaya kalkışınca odanın camları aşağıya iner ve içlerinden durumu iyi olan bir büyük ise hemen kırılan camların ölçüsünü alıp yeni camları taktırırdı.
...İçme ve kullanma suları köy çeşmelerinden karşılanırdı. Köy halkı hep beraber çeşmelere gider, doldurdukları su kaplarını yine hep beraber evlere taşırdı. Çeşmeye su doldurmaya gidecek olan genç köylü kızı mutlaka yanına bir arkadaşını alırdı. Yanında arkadaşı olmayan genç köylü kızı, tek başına çeşmeye suya gitmezdi.


.....Komşu köylerdeki düğün, dernek, mevlit ve cenazelere hep beraber yaya olarak gidilirdi. Kesinlikle uzaklığında ve havanın sıcak veya soğuk oluşundan şikayet edilmezdi. Bir gün gün öncesinden gidilecek saat kararlaştırılır, o saat geldiğinde köy halkı hep beraber yola koyulurdu. Öğle Namazı sonrası başlayan mevlit programı devam ederken, 16:00 / 24:00 vardiyasında Demir Çelik Karabük İşletmelerine işe gidecek olan personel için yemek hazırlanır ve "işe gidecek olanlar yemeğe buyursun" diye seslenilirdi


....Uzun kış gecelerinde genç kızlarımız, gaz lambalarının ışığı altında çeyizlerini hazırlar,yaşlı ninelerimiz ve babaannelerimiz, yaz mevsiminden toplanmış fasulyeleri kurumuş kabuklarından ayırırdı. Tüm bunlar olurken uygun bir yerde sabit duran gaz lambasının ışığı, odada çalışan köylülerimizin üzerlerine vurup, gölgeleri beyaz badanalı duvarlara nüksederken, çocuklar sanki gölge oyunu izlermiş gibi mutluluk içersin neşelenirlerdi.


....Ramazan ve Kurban Bayranları dört gün boyunca dolu-dolu yaşanırdı. Yedi mahallemizin altısında (Elikler Mahallesi hariç ) bayram yemekleri yenir, yaşlısıyla genciyle , köylüsüyle gurbetcisiyle sevinç içersinde sonuçlanırdı. Bazen de güreşler yapılır, güreşe merakı olanlar, kendilerini harmanların yeşil çimenlerine atardı.


.....Bayram Namazı sonrası hava müsait ise Cami Avlusunda, değilse cami içersinde halka yapılır ve tüm köylülerimiz halka yöntemini kullanarak bayramlaşırdı. Bayramlaşma sonrasında yüksek bir yere çıkan bir köylümüz - hatırlayabildiğim kadarıyla Kadı namıyla bilinen Yakup ARMUTÇU bu işi yapardı - bayram müddeti boyunca bayramlaşmanın sırasıyla hangi mahallelerde yapılacağını ilan ederdi. Köyümüzün tek bakkalı olan ve Deli Hasan olarak bilinen, aslında ismi Mehmet ÖZEN olan bakkalımız eski model jeep'i ile hemen caminin önünde şeker satardı. Satılan şekerlerden alan köylülerimiz yaya olarak evlerine dönerken, onları bekleyen mahalle çocuklarına şeker ikram etmek suretiyle gönüllerini alırdı.


.... Bazı mahallelerde yöresel kasaplar vardı. Komşulardan aldıkları büyükbaş hayvanları köyün merkezi bir yerinde keserlerdi. Etleri de köy meydanlarında mevcut olan dut ağaçlarına asarlardı. Köy halkı da bu mahalli kasapların kestiklerinden ihtiyaçlarını giderirlerdi.
....Yine uzun kış gecelerinde uzak - yakın komşular, ellerinde gaz yağıyla yanan fenerlerle birbirlerine oturmaya giderlerdi. Bu misafirlikte mısırlar patlatılır, çaylar içilirdi. Bazen de yöresel olarak ifade edilen "bandurma (bandırma )'lar yenirdi. Bandurmalar ekseriyetle kümes hayvanı olan kaz'ların yağından yapılırdı.


...Yağmurların yağmadığı veya az yağdığı halde tarlada ve bahçedeki ürünlerin iyice yetişemediği zamanlarda, çevre köylülerle birlik ve beraberlik içersinde, bölgemiz için çok kuvvetli öneme haiz olan "Ulupınarda" Yağmur Duası yapılırdı.


...Çocuk sahibi genç kadınlar, hazır bezler icat olmazdan evvelbebelerinde kullandıkları yıkanabilir bezleri, kendilerinden daha büyük köylü kadınların kazanlar kaynatarak çamaşır yıkadıkları "çamaşırlıkta" yıkamaları ne mümkün!.. Genç anneler, o kara kış gününde, o soğuk suyun şiddetine meydan okurcasına , dışarıda , hemde akan suyun ayağında ancak yıkayabilirlerdi bebelerinin bezlerini. İşte tabiki "Cennet annelerin ayağı altındadır". Anneciğim rabbim senden razı olsun. Seni cennetine koysun..(amin)


...Köyümüzün Yazıcılar Mahallesinde "Yılancık Ocağı" vardı. Hastahanelerde derdine derman bulamayan vatandaşlarımız "Yılancık Ocağına" yıkanmaya gelirlerdi. "Kadı" namıyla bilinen rahmetli Yakup ARMUTÇU ve eşi ( Kadı Karısı), gelen misafirleri ellerinde mevcut olan yılan kafası ve buna benzer şeylerle yıkarlardı. Yaz mevsiminin yaşandığı günlerde tüm köy halkı gibi rahmetli Yakup amca ve eşi de bahçeye çalışmaya gittiklerinden gelen hasta misafirler,yolu uzak olan bahçeden acele gelmeleri için mahalle çocuklarından çağırmalarını rica ederlerdi. Bazen de çocuklara bahçeye gidip çağırmalarına karşılık harçlık verirlerdi. O zamanın parasıyla her ne kadar verirlerse de mahalle çocukları o kadar mutlu olurlardı ki.


....Yazıcılar Mahallemizde Nalbantoğlu Halil Efendi (Halil ÇOLAKnalbantçılık yapardı. Bürnük Köyü ile çevre köy sakinlerinin sahip oldukları at, eşek ,katır ve bazen de koşum öküzlerinin ayaklarına nal çakardı. Namı her tarafta meşhur olmuştu. Halil Efendiden sonra çocukları birazcık devam ettirdilerse de, onların da şehire yerleşmeleri sonucu, köylünün işi görülsün babından komşuları Mustafa YAVUZ devam ettirmektedir. Zaten nal çakılacak pek pazla hayvan da kalmış değil.


....Atlarla veya katırlarla "bolbolcu"lar gelirdi. Bolbolcuların geldiği gün köy çocuklarının bayramı olurdu. Bolbolcular o günlerin seyyar bakkalıydı. Halkın ufak - tefek ihtiyaçlarını giderirlerdi. Ta ki köy çocukları, hayatlarında leblebiyi ilk defa bolbolcularda görmüşlerdir. Yanlarında zamanına göre basit oyuncaklar getirir, çocuklara yumurta karşılığında satış yaparladı. Köy halkından eskimiş naylon ayakkabı veya eskimiş yün çorap gibi şeyler alırlardı.


.....Çadırlarını köyün kenar yerlerine kuran "elekçiler" vardı. Elekçiler ekseriyetle yaz mevsimlerinde gelir, köylünün hasat mevsiminde kullanacağı "kalbur" ve "gözer" gibi buğday ve arpa ayırımı işlerinde kullanılan el aletlerinin tamirini yaparlardı. Nadir de olsa köy halkının ihtiyacı olan binek ve nakliye aracı "tek tırnaklı" hayvanların satışını yaparlardı. Elekçiler'in köyde kaldıkları süre içersinde mutlaka köy halkının tavuk, kaz, veya hindilerinden kayıplar olurdu.


...Köy halkının her türlü ev işlerinde kullandıkları bakır kapları kalaylayan "kalaycılar" gelirdi. Kalaycılar Köy Odasının uygun bir yerine ocaklarını kurar, ateşte erittikleri kalay ile halkın bakır kaplarına kalay kaparlardı. Bir mahallenin kalaylanacak bakır kapları bitmeden başka bir köye gitmezlerdi.


.....Kalafatlar Mahallesinde ikamet eden - bir köylünün evinde kalan - "gavur" lakaplı dişçi vardı .Köylü vatandaşların dişlerini uygun fiyata yapardı. "Gavur Dişçi" zamanında Yazıcılar Mahallemizin güney kısmında bulunan "Beşikkırı" namıyla bilinen mevkiinde gece yarılarında hareketli ışıklar görülür, anlaşılamayan konuşma sesleri gelirdi. Sabah olup da çocuklar hayvan otlatmaya gittiklerinde , arazinin muhtelif yerleri kazılmış ve kazılan yerlerin içinde kaya mezarlarının olduğuna şahit olurlardı.
..... Pilli Radyo ve Teyplerle zamanın gençleri köy halkına ücretsiz müzik ziyafeti verirlerdi. Radyo ve teyplerin pilleri ancak bir veya iki gün dayanırdı.


.....Henüz elektiriğin olmadığı dönemlerde köylü vatandaşlarımız, binek hayvanlarına sardıkları buğday ve arpalarını öğütmek için çevre köylerdeki Su Değirmenlerine giderdi. Hatta şiddetli kış mevsimlerinde suları donmayan ve "karasu" diye tarif edilen suların çalıştırdığı değirmenler tercih edilirdi.


.....Köylülerimizin tarımda kullandıkları kağnı, karasabandüven, boyunduruk, yaba, tırmık, anadut gibi çeşitli tarım aletlerini yapan ve çevre yörelere nam salmış harikulade ustalar vardı. Bu ustalarımızın elleri o kadar maharetliydi ki; onlardan başkaları, bunları bırakın yapmayı, tamiratını da beceremezlerdi.


....Kandil Geceleri, Üç Ayların ilk günü gibi mübarek gün ve gecelerde akşam namazından sonra Köy Odasında topluca yemek yenirdi. Her ev sakininden bir veya iki kişi kendi yemeklerini getirmek suretiyle katılırdı. Sofrada en baş yemek "helva "idi. Yan sofradaki komşular bir yan taraftaki sofranın helvasını kimseye çaktırmadan alma ve kendi sofrasına koyma gayreti içine girerdi. Yemek esnasında türlü şakalaşmalar yaplırdı. Hatta ceket ceplerine dolma bırakmakta bu şakalardan biriydi. Yemek sonrası kalan malzemeler eşit şekilde komşuların yemek tepsilerine bırakılrdı.


.....Ovacık ve köylerinden Karabük istikametine çalışan tüm arabalar - henüz çay yolu yokken - köyümüzden geçerdi. Şehir merkezine gidecek vatandaşlarımız, Ovacık, Boyalı ve Ganibeylerden gelen dolmuşlara binmek için daha güneş doğmadan Çavuşlar Köyü Akyazı mevkiinden geçecek olan araçların far ışıklarını gözlerdi.


..... Tüm Mahalle ve Çevre Köylülerinin katıldığı sürek avları yapılırdı. Bu avlarda genellikle domuz avlanırdı. Domuzu vuran köylülerimiz kuyruklarını kesip, şehirdeki bir resmi merciiden domuz kuyruğu başına bir miktar mermi alırdı.


.....Elikler Mahallesinden Muharrem, tüm mahallelerdeki düğün, dernek ve bayram gibi büyük merasimlerde çay işlerine bakardı. Çay işleri ondan sorulurdu. Bazen de mevsimine göre kanlıca mantarı, aluç, armut veya aşlak (meyve fidanı) getirir, köy halkına satardı.


.....Henüz köy veya mahalle camiilerine resmi kadrolu imamların verilmediği yıllarda sözü dinlenen bir kaç köylü atlara binerek yakın veya uzak köylere giderek, imamalık yapabilecek selahiyette olan "yerel imamları"köyde imamlık yapmaya ikna ederdi. Müddeti belli olmayan imamlık vazifesi esnasında köy çocukları da hocaefendiden ders alırlardı. Köy Odasında kalan yerel imamların yakacak ve yiyecek ihtiyaçları köy halkı tarafından karşılanırdı. Sırasıyla halk köy adasına üç öğün yemek çıkarırdı. Bunu fırsat bilen bazı uyanık köylüler de imama eşlik etme bahanesine bedavadan karnını doyururdu.


.....Her mahallenin bir futbol takımı vardı. Hatta bizim mahalle olan Yazıcılar Mahallesinin askerliğini yapmamış gençlerden oluşan "Genç Takımı" ve askerliğini yapanlardan oluşan "İhtiyar Takımı" olmak üzere iki takımı vardı. Tabi ki buna önderlik eden Mahalle Camimize yeni atanan Bilal ÖZEN Hocaydı. İkindi namazını kılan tüm cemaat, köyün kenar arazilerinde kendi imkanlarımızla yaptığımız sahalara top koşturmaya aşk ve şevkle giderdi. Bilal ÖZEN Hocaefendi zamanında Mahalle Camimizde, mahallemiz yirmi hane olmasına rağmen kırk-kırkbeş kişilik cemaat olurdu.


.....Toprak ve saman belli bir oranda suyla karıştırılarak harç yapılr ve bunlardan Kerpiç Tuğlalar imal edilirdi. Kerpiç Tuğlaların belli ölçülerde imal edilebilmesi için tahtadan kalıplar kullanılırdı. Bu tahta kalıplar düz bir zemine yerleştirilir, üzerlerine toprak harç dökülür, üst kısmı düzlenerek kurumaya bırakılırdı. Şekli bozulmayacak kadar kurumuş olan kerpiç tuğlanın kalıbı hemen bir sonraki işlemde kullanılmak üzere tuğlaya zarar vermeden alınır ve bir sonraki işlemde kullanılrdı. Düz zemin üzerine yeteri kadar dökülen kerpiç tuğlalar gözlem altında olmak şartıyla kurumata terkedilirdi. Kuruyan tuğlalar köylü vatandaşlarımızın her türlü duvar ve yapı işlerinin vazgeçilmez elemanlarıydı.


..... Evlerde süpürgeler imal edilirdi. Bahçelerde ekilen ve yetiştirilen süpürge otlarından süpürgeler yapılırdı. Güz Mevsiminde toplalan süpürge otları kurumaya bırakılır, kuruyan bu süpürge otları süpürge imalatını bilen yaşlı bir kadın tarafından kendi alet ve edevatlarıyla kimin ihtiyacı varsa o evde imalatına başlanır ve imalat tamamlanıncaya kadar o evde misafir kalırdı.


....Merkez mahallemizde yatılı Kur'an Kursu vardı. Kursumuzda eğitim gören seksen (80) kadar çocukların her türlü gıda ihtiyaçları çevre köylüler tarafından karşılanırdı. Öğrencilerimiz kendi köy halkının çocukları olmayıp uzak-yakın tüm çevre köylülerin çocuklarıydı.


....Ramazan Davulcusu yerine Ramazan Tenekecisi vardı. Kendine güvenen bir delikanlı Ramazan Ayında halkımızı teneke çalarak sahura kaldırıdı. Ramazan Ayı boyunca davul niyetine kullandığı on kiloluk zeytin yağı tenekesi vurulacak tokmak yeri kalmamış şekliyle bir daha kullanılmamak üzere çöplüğe atılırdı. Ve yapılan bu Ramazan Tenekeciliği işinden delikanlımız ücretini de alırdı.


....."Ören Suyu" adıyla bilinen Merkez Hocalar Mahallesindeki çamaşırlığın suyu, yaz mevsimi boyunca bağ ve bahçe sulamak amacıyla Demirciler ve Yazıcılar Mahallesine ulaşırdı. Köylülerimiz "Ören Suyu" ile bahçelerindeki sebze ve meyvelerini sularlardı.


..... Henüz sağlık hizmetlerinin pek fazla gelişmediği dönemlerde "İğneci Ali" lakabıyla meşhur olan bir abimiz, askerlik vazifesi sırasında öğrendiği mesleği köyümüzde tatbik ettirmişti. Köyümüzde doktor ve hemşire olmadığından hastane muayenesi sonucunda doktorun yazdığı iğneleri köylülerimiz rahatca "İğneci Ali" vasıtasıyla vurulurlardı. Kocaman bir metal kabı olan iğne, her işlem öncesi suda kaynatılırdı. Tüm hastalara aynı işlem uygulanır ve aynı enjektör (iğne) kulanılırdı.


.....Köyümüzden şehir merkezine her sabah iki adet duraklı minibüs (dolmuş) çalışırdı. Bununla beraber şahısların çalıştırdığı Kardemir A.Ş.'nin servis aracı da vardiya saatlerinde yolcu taşıma gayretine girerdi. Cuma günlerine mahsus olmak şartıyla Cuma Namazı öncesi ve sonrasında da köy ile şehir merkezi arasında ek servisler çalışırdı. Dolmuş sahipleri ve Kardemir A.Ş.'nin servisi arasında yolcu kapma yarışı vardı.


Editörün Notu: Yaşımın yettiği, aklımın erdiği kadarıyla bilebildiğim ve hatırlayabildiklerimi nostalji babında yazmaya çalıştım. Şayet sizin de bildikleriniz, hatırladıklarınız varsa lütfen iletmenizi istirham ediyorum.


Uzay Çağı Öyküleri

2010-2011

Mehmet İNCİ

Pendik / İstanbul

https://youtu.be/1zHzLK_ZR9M