28 Mayıs 2025

ABİ. ENTER’A FAZLA BASMIŞSIN. BİRAZ GERİ GEL.



      On yedi senelik Koruma ve Güvenlik Memuriyetimin nihayetinde ülkemizin ortalama emeklilik yaşına ramak kala -kırkbeş yaşımda- masa başı olarak tabir edilen ofis memurluğuna terfi etmiştim. Geçen bu on yedi senelik zaman zarfında önce açıktan iki yıllık Halkla İlişkiler ve Tanıtım Ön Lisansı ve ardından da dikey geçiş ile yine açıktan lisans tamamlama şekliyle Kamu Yönetimini okumuş ve bir kısım iş arkadaşlarım gibi  dört yıllık fakülte mezunu mertebesine ulaşmıştım. 

Benim gibi bu vasıfta olan yüz kadar eski ve şu an yeni mesai arkadaşlarımızın tayinleri ikametimize yakın şube müdürlüklerine çıkmıştı. Yeni bir iş, yeni  bir ortam ve taze bir heyecanla  tayin edildiğimiz müdürlüklere iş başı yapmıştık. Bir önceki iş kolu ile yeni ortamımız arasında dünyalar kadar fark vardı. Her şeye rağmen bulunduğum ortamı, ofisi, iş kolunu ve servis arkadaşlarımızı o kadar sevmiştim ki, sanki yıllar öncesinden tanışıyor gibiydik. Sağ olsunlar onlar da bizleri sevmişler, kendilerine kardeş bellemişlerdi. Özellikle içlerinden bir kardeşime kanım kaynamış, iyi ki bu şubeye, bu ofise  gelmişim, o kardeşimle aynı ortamda çalışıyorum diye kendimi mutlu ve huzurlu hissediyordum. İlk önce fotokopi çekerek başlamıştım işe. Çok sevdiğim ofis arkadaşım yaşça benden küçük olduğundan “abi sana ayıp oluyor, bu işleri ben yaparım, sen sadece beni izlemede kal” diyerek bana karşı mahcup olduğunu ifade etmeye çalışıyordu. Kendisine “burada yaş farkı yok. Sen ustasın, ben ise çırak. Söyle bana. Ne yapılacaksa ben yaparım. Hem bizler buraya çalışmaya geldik.” diye ifadem sonrası sevincini gizleyemiyordu.

Çalışma ortamına yeni yeni alışmaya başladığım günlerden bir gün, frekanslarımızın uyuştuğu ve birbirimizi karşılıksız sevdiğimiz arkadaşımızın dedesinin vefat haberi geldi. Cenazeye katılmak için izin alan arkadaşım memleketine gitmişti. Henüz bilgisayara ve iş yerinde kullanılan programlara tam olarak vakıf değildim. Yaşlı bir dede geldi. Masanın ardında oturan ben denizi gördü ve işte benim işimi  çözse çözse bu memur çözer mantığıyla öndeki misafir koltuğuna oturdu. Sorunlarını anlatmaya başladı. Yaşlı dedeye bu gün git, yarın gel diyemedim. Belki bir şeyler yapabilir diye elindeki evrakları aldım ve bilgisayardaki İdaremizin programları arasında dolaşmaya başladım. Bu konuya hakimim ve sorunu çözerim diye düşünüyordum. Program içerisinde ilerlerken sistem hata verdi ve ilerlemeyi durdurdu. Ne yapmalıyım? Yaşlı dede ise elinde bastonu olduğu halde o kalın kara kaşlarını çatmış, tüm haşmet ve azametiyle gözlerini bana dikmişti. İçten içe terlemeye, yüzüm kızarmaya ve ellerim titremeye başlamıştı. Cenazesini defnetmekte olan  ekip arkadaşımı aramalı mıydım? Zaten giderken, “abi ne olursa olsun, mutlaka beni ara. Sakın aramaya çekinme” demişti. Bu samimi ve yürekten ifadesine sığınarak cenaze törenindeki ekip arkadaşımı aradım ve hadiseyi anlattım. Hemen işlemin özetini kavradı. Dedesinin mezarına toprak attığı küreğe dayanıp dinlenme durumuna geçerek “bilgisayar imleci nerede” diye sordu. Program üzerindeki bilgisayar imlecinin olduğu yeri kendisine tarif edince öyle bir cümle kurdu ki, hayatım boyunca unutamayacağım sanırım.

-Abi. Entere fazla basmışsın. Biraz geri gel.


23/05/2025

Mehmet İNCİ

Uzay Çağı Öyküleri 

Pendik/İstanbul

24 Mart 2025

ÜÇ KEDİ ANNESİYİM

Yarışma programlarını oldum olası severiz. Vaktimiz müsait olduğunda ailecek izlemekteyiz. Özellikle belirtilen bir harften kelime türetme yarışmaları daha çok cazip gelmektedir.

Geçenlerde yine bir akşam üstü eşimle beraber çekirdek ve çay eşliğinde bir yarışmayı temaşa ediyorduk. Orta yaşlarda, eğitimli, kariyer sahibi, çocuklarının okumasını ve ülkesinin geleceğine katkı sağlamalarını amaç edinmiş iki tane fidan gibi delikanlı babası bir beyefendi ile yine  aynı yaşlarda eğitimli ve kariyer sahibi bir hanımefendi masalarda karşılıklı yarışıyorlardı. İkisinin ortasında ve ayakta olan sunucu  programın bir bölümünde yarışmacılarla karşılıklı diyaloğa girdi. Sunucu yarışmacıların heyecanlarını birazcık olsun dindirmek ve programa renk katmak için birkaç soru sormaya başladı. Beyefendi kendinden birkaç kelime ile bahsetti. Üniversiteyi okuduğu şehri, çalıştığı iş yerini, çocuklarının ne okuduklarını ve şu an nerede hizmet verdikleri gibi birkaç kelimelik bilgiler verdi. Sonrasında ise sunucu rakip yarışmacıya dönerek sizin kaç çocuğunuz var? Büyükler mi? Küçükler mi? Ne işle meşgul olduklarını sordu. Bayan yarışmacı henüz evli olmadığı, evlenmeyi düşünmediği, bu haliyle mutlu olduğunu ifade ederek cümlesini şöyle bitirdi.;

-Üç kedi annesiyim.


22/03/2025

Mehmet İNCİ

Uzay Çağı Öyküleri 

Pendik/İstanbul

3 Mart 2025

YA EVLADIM. BABANIN BANA BORCU VARDI!..



İlkokulu henüz yeni bitirmiş, yakın bir tanıdık vasıtasıyla bu koca şehirde Yufkacı Esnafına çırak olmuştu. Sabah erkenden kalkmak, kahvaltı yapmadan işe başlamak, kocaman kazanın içerisinde 20-30 kilo unu hamura çevirmek ne kadar zor geliyordu. En zor olanı da  Anadolu'nun zor şartlarında yetim evlatlarına hem analık hem de babalık yapan biricik anasından, kardeşinden, havasını-suyunu-dağını-taşını-börtü böceğini özlediği, dağlarında bayırlarında özgürce koşuşturduğu köyünden ayrı kalmaktı.

Hayal meyal hatırlıyordu babasını. Kardeşi iki, kendisi ise dört yaşlarındaydı vefatında. Bir sonbaharda küçük bir çakı bıçağı ile ceviz öştüğünü hatırlıyordu kendisine. Keşke babası sağ olsaydı da bu koca şehirdeki sıkıntılara maruz kalmasaydı. Annesinden ve kardeşinden ayrı düşmeseydi. Köyünde mutlu ve mesut bir hayat sürseydi. Lakin hayat şartlarının estirdiği bir kasırga onu köyünden almış ve ta buralara kadar sürüklemişti. 

Bir kış günü koca hamur kazanında o küçücük elleriyle hamur yoğuruyordu. Soğuk havaya rağmen işinin zorluğu ve sıkıntısı ile alnında biriken terleri iş gömleğinin kollarıyla silmeye uğraşıyordu. Ustası ise daha seri, daha çabuk olmasını, yetişmesi gereken acil bir siparişlerinin olduğunu fayans kaplamalı duvarlardan yankılanan gür sesi ile haykırıyordu. Derken içeriye bir köylüsü girdi. O kadar sevindi ki, ustasının azarı sanki huzur veren türkü gibi geliyordu kulaklarına. Köylü amca tüm dertlerine, sıkıntılarına ve özlemlerine çare olmuştu. Gözünün önüne biricik annesi ve kardeşi gelivermişti. Kardeşi ile beraber köyünün dağlarında, bayırlarında, kırlarında, bahçelerinde koşuşturuyordu sanki. Köylüsünün verdiği selam ve başını okşaması ile daldığı hülyadan uyanmıştı. Karşılıklı hal hatır sormaları bitmiş, annesi ve kardeşi hakkında en yakın, en taze haberleri almıştı. 

Öğle yemeği vakti gelmiş, babası yaşındaki köylü amcanın katılımıyla yemekler yenmiş, ardından çaylar da içilmişti.  Neredeyse ikindi vakti yaklaşmaktaydı. Misafir amca hala dükkanda beklemekteydi. Gıda imalatı yapılan bir iş yerinde  bu kadar uzun süre beklemenin bir anlamı olmalıydı. Manasız ve uzun beklemeden kendi de rahatsız olan köylü amca artık dayanamaz olmuştu.. Köylüsü olan yufkacı çırağını ziyaretinin sebebini açıklayan bir  kısa konuşma ve açıklamadan sonra söyle demişti:

-Ya Evladım. Rahmetli babanın bana borcu vardı!..


(Dört yaşında yetim kalan babama...) 


22/02/2025

Mehmet İNCİ

Uzay Çağı Öyküleri 

Pendik/İstanbul