Mesai çıkışı bindiği iş yeri servisinden indi. Mahalle bakkalına uğrayarak bir kısım ihtiyaçlarını tedarik etti. Yorgun adımlarla evine doğru ilerleyerek daire kapısının ziline çaldı. Eşi tatlı bir tebessümle kapıyı açtı. Selam vererek huzur dolu yuvasına ulaştı.
Elini yüzünü yıkamış ve rahatlamış bir şekilde koltuğa oturdu. İçerisinden dua etmeye başladı. “Rabbime hamdolsun. Bir evim, bir işim, iyi bir eşim ve hayırlı bir çocuklarım var. Ne mutlu bana. Mevlam mutluluğumuzu daim eyleye”
Akşam yemeği sonrası evin hanımı çay servisine başladı. Evin küçük prensesi de annesine yardım ediyordu. Çaylar içilirken evin hanımının iğne-iplik ve eşarp ile meşgul olduğunu gördü. Annesi prensesi için bir şeyler hazırlamaktaydı zira. Çaylar içilmeye devam ederken evin hanımı kızından küçük bir makas getirmesini, eşarp kenarındaki küçücük kılcal ipleri kesmesi gerektiğini söyledi. Tam bu esnada çayından son bir yudum alan ev reisi, “hatun dur, sana bir çakmak getireyim de kılcal ipleri yakalım” dedi. Ve askıdaki çantasını odaya getirerek içiresinden çıkardığı çakmağı eşine uzattı. Hayırdır efendi dedi eşi. Sigaraya mı başladın? Yok hatun dedi. Biliyorsun çakmak taşımak sünnettir. Eşi tekrar sorar: Peki çakı bıcağı da var mı? Onu da çantasından çıkaran evin reisi bir soruya daha muhatap olur: Peki ya tarak ta var mı? Onu da yanında taşıyor musun?
İşte bu soru, evin reisinin hiç beklemediği ve bir gün sorulacağı kesinlikle aklına gelmeyen bir soru idi. Sağ eliyle eline şöyle bir alnına ve oradan ta ense köküne kadar götürdü. Parmaklarına ense kökünde bulunan birkaç saç teli değdi. Tebessümlü bir şekilde eşine cevap verdi:
-Artık bir tarağa ihtiyacım yok.
10/10/2024
Mehmet İNCİ
Uzay Çağı Öyküleri
Pendik/İstanbul

