27 Kasım 2024

Bİ BAKAYIM, TAHTA ARABAN SAĞLAM MI?

       

        

    Henüz sekiz- dokuz yaşındaydım. Koşa oynaya okuldan eve dönmüş, siyah önlüklerimizi çıkarıp kendimizi sokağa atmıştık. Benden üç yaş büyük abim ve köylü arkadaşlarımızla o kadar mutlu idik ki. Herkesin elinde babalarının veya abilerinin yaptıkları tahta araba. Yokuştan aşağıya tahta arabaya biniyor, yokuş yukarı ise sanki o bize biniyordu. Bizim de elimizde bir tane basit bir tahta araba vardı. Abimle beraber sıra sıra binmekte idik.

     Çeşmeden su, harmandan ot-saman taşıyan köylü kadınların, arazilere yayılmış tavukların ve akşam köye dönen hayvanların arasından kayarak arabalara binmeye çalışıyorduk. Biz arabayı iki kişi kullanıyorduk ve bu yüzden olsa gerek biraz hırpalanmıştı. Zaman zaman ufak tefek tamiratlar yapmaya çalışıyorduk. Uzun saçlı köylü genç abilerimiz ise İspanyol paçalı pantolon ve topuklarına basılmış uzun uçlu siyah ayakkabılarla  köy meydanında dolaşmaktaydılar. Açık pencere ve evlerin balkon tipi çıkmalarından 70’li yıllara has elem, keder, ayrılık ve hicran yüklü şarkı-türküler pilli teyp vasıtasıyla köy atmosferine yükselmekteydi.

Derken  bizden sekiz - on yaş büyük İspanyol paçalı bir abimiz yanımıza yaklaşarak kendince tahta arabamızın sağlamlığını kontrol etmek ister. Gözümüz gibi sakındığımız, köy ortamı için dünyanın en kıymetli oyuncağımızı korumak ve kollamak zorundaydık. Arabamıza sarılıyor, kucaklayıp uzaklara götürmeye çalışıyorduk. O ise durmaksızın ısrar ediyor, kendini deneme sonrası keyifle gülmeye hazırlıyordu sanki. Yaşıtları olan diğer köylü gençlere de hitaben arabamızın çok sağlam olduğunu ve kesinlikle kırılmayacağını iddia ediyordu. Zaten arabamızı imkansızlıklar içerisinde yapmıştık ve bu imkansızlıklar içerisinde yaptığımız arabamızı koruyup kollamalıydık. Şayet bir şekilde başına bir haller gelirse tekrar yeniden yapma gücümüz ve kuvvetimiz yoktu. Ne etsek, ne eylesek engel olamadık İspanyol paçalı abimize. Bir hışımla, büyük bir güç kuvvet uygulayarak arabamızı elimizden aldı ve taşlı topraklı zemine set bir şekilde bırakıverdi. Onun bu sert bırakması ile kalbimiz sanki yerinden söküldü. Dünya durmuş, akan nehirler akmaz olmuş, yeryüzüne hayat veren meltem rüzgarları kesilmişti sanki. Elimiz ayağımız titremekteydi. Artık karşı koyma, engel olma durumu kalmamıştı. Zıplayarak sert bir hareket ile zemine bıraktığı tahta arabamızın üzerine çıktı ve hemen sonrası gözümüzden bile sakındığımız tahta arabamız paramparça oldu. Keyif ve kahkahayla gülmeye başlayan köyümüzün delikanlısı diğer arkadaşlarına şöyle sesleniyordu.

-Sandığım kadar da sağlam değilmiş be...


24/11/2024

Mehmet İNCİ

Uzay Çağı Öyküleri 

Pendik/İstanbul

12 Kasım 2024

BİR KİLO BAKLAVA CEZASI


       


    Bu sabah aklıma gelenler.

         1998-2003 yıllarında Sayın Veysel EROĞLU’nun İSKİ Genel Müdürü olduğu, mesainin 07:30 da başlayıp, 16:30 da nihayete erdiği günlerdi.

        Sultanbeyli-Aksaray servisi ile işe gidip geliyorduk. O zamanlar Genel Merkez binamız Fatih-Aksaray da idi. Sabah 07:30 da başlayan mesai için Sultanbeyli Merkez Cami önünden servise acaba saat kaçta biniyorduk? Hatırlamıyorum. Bazı personel arkadaşlar sabah tatlı uykularından uyanamayıp servisi kaçırırlar, bazıları da sabahın o alaca karanlık vaktinde servisi bekletirlerdi.

        Akşam mesai sonrası tüm personelin olduğu bir zaman diliminde servis sorumlusu arkadaşımız yola revan olmuş bir şekilde, Sultanbeyli-Aksaray servisimizi sabah seher vaktinde bekletenler için dönüşü ve iptali mümkün olmayan bir ceza kestiğini ilan ederdi.

        -Bir kilo baklava cezası.


11/11/2024

Mehmet İNCİ

Uzay Çağı Öyküleri 

Pendik/İstanbul